Bir gün bloğuma yazdıklarımı kitap olarak bastırmayı düşünüp düşünmediğimi soran bir mail geldi.
Başta ne cevap vereceğimi bilemediğimden, sonrasında da unuttuğum için maile cevap veremedim. Bir süre sonra aynı kişiden bir mail daha geldi: “Yazdıklarınızı kitap olarak bastırmayı düşünüp düşünmediğinizi sormuştum ama cevap alamadım.”
Beyefendiyi daha fazla sinirlendirmeden “İlginiz için çok teşekkür ederim, ama düşünmedim.” diye bir cevap yazdım.
Sonrasında beklentim, Türk filmlerindeki gazinocular kralının genç ve ürkek yeni yeteneği keşfetme anını andıran, “Bu yayınevi kartım, ola ki düşünürseniz…” gibi bir cevapken bambaşka bir cevap geldi:
“İyi, tamam o zaman.”
Bu cümle, beni yazmaya daha da motive etti. O gün bugündür az sayıda kimse okusa ve hiç kimse yorum yazmasa da yazmaya devam ediyorum.
Yazmak bir alışkanlıktır…
Yazmanın bir alışkanlık olduğunu ilk kez üniversitede çok sevdiğim bir hocamdan duymuştum, bu durumu idrak etmem ise üç beş yıl öncesine dayanır. İdrak sonradan gelir, diye boşuna söylememişler.
Biz eğitimcilerin hayatı strateji geliştirmekle geçer. Geçmiş deneyimlerden süzülen stratejileri yaptığımız planlara dahil etmekle birlikte genelde en parlak stratejiler olayın yaşandığı an, yani sınıfta aklımıza gelir. İşte o anda alınan notlar, pek çok yeni ve işe yarar fikrin gün yüzüne çıkmasına olanak sağlar. Bu nedenle öğretmenlerin, keşfettikleri stratejileri birbirleriyle paylaştıkları blogları çok değerli buluyorum.
Son zamanlarda ülkemizde de çok kaliteli eğitim blogları var. Öğretmen dosya paylaşım sitelerinin evrildiği bu nokta, elbette şaşırtıcı değil. Ancak öğretmenlerin “Dosya indirme” konusunda gösterdikleri performansı, eğitimle ilgili bir yazıyı okumak ya da yorum yazmak konusunda görememek üzücü. Yabancı eğitim bloglarında ise bambaşka bir tablo var. (örneğin http://www.edutopia.org/) Bu gibi sitelerde bırakın okumayı, yalnızca bir yazıya eğitimciler tarafından yüzlerce yorum yapılabiliyor. Bizde ise yapılan çok az sayıda yorum, genelde yazının yayınladığı orijinal siteye değil de sosyal paylaşım sitelerine yapılıyor. Üstelik beğendiğimiz ve hatta paylaştığımız yazıları gerçekten okuyup okumadığımız da büyük bir soru işareti.
Geçenlerde yazdığım bir yazıyı sosyal medyada paylaşan iş arkadaşıma “Şu konudaki tespitimi nasıl buldun?” diye sorduğumda “A ben o yazıyı okumadım ki, sadece paylaştım.” dedi. Tüketim alışkanlıklarımız, meslek hayatımızda işe yaraması muhtemel bilgiler üzerine bile bir an olsun durup düşünmeye, onları sindirmeye izin vermiyor ne yazık ki…
Neden yazmalıyız?
Hayatınızda hiç araba kullanmadan, kullanım kılavuzunu okuyarak ve bu bilgileri öğrencilerinize açıklayarak onların araba kullanmalarını sağlayabilir misiniz? Elbette ki hayır. Ancak bir beceride ustalaştığınızda, yani onu yaparken düşünüp düşünmediğinizin farkına varmayacak şekilde ustaca yapabildiğinizde öğretebilir hale gelirsiniz. Öğretmenler de öncelikli olarak kendi zihinsel becerilerini geliştirmeliler ki sonrasında öğrencilerin bu becerilerini geliştirme sürecine önderlik edebilsinler. Bunu geliştirmenin en iyi yollarından biri de yazmaktır.
Yazı yazmanın üst düzey zihinsel becerileri geliştirmekteki önemi yadsınamaz. Bir blog yazısını yazma sürecinin tamamını kameraya alıp sonra hızlandırarak izlesek bir yazı oluşana kadar ne kadar çok değişiklik yapıldığını, fazlalıkların nasıl atıldığı, paragraflar arası ilişkilerin nasıl kurulduğu, mesajın verilip verilmediğine dair derin sorgulamaların yaşandığı birçok zihinsel sürece tanıklık ederiz.
Bu zihinsel süreçlerde eski bilgileri çağırma, anlamlandırma, karşılaştırma, sıralama, yorumlama, çözümleme, birleştirme, ilişkilendirme, değerlendirme, yeniden yaratma gibi pek çok zihinsel becerinin aktif olduğunu görürüz.
Yorum yazma sürecinde de okuduğunuz yazıyı doğru anlayıp anlamadığınızı sorgulamak adına birkaç sefer okumanız gerekir. Vermek istediğiniz mesaj doğru anlaşılıyor mu diye gönder tuşuna basmadan önce yorumunuzu da tekrar tekrar okursunuz. Sonra sayfanın moderatörü yorumunuzu onaylamış mı diye sayfaya girip yeniden bakarsınız. Ondan sonra sizin yorumunuza başka biri ya da yazarın kendisi tarafından yorum yapılmış mı diye bakarsınız. Böylece hem yazı hem de yorumlar tarafınızdan 7-8 kez okunmuş olur. Peki bu neyi sağlar? Yaptığınız bu aralıklı tekrarlarla bilgiyi çağırmanız kolaylaşır ve bir öğretmen olarak okuduklarınızı sınıfınıza yansıtma, bir meslektaşınızla tartışırken okuduğunuz bu yazıdan bahsetme olasılığınız artar.
Bir eğitimci olarak katıldığınız bir eğitimin notlarını temize çekerek başlayabilirsiniz yazmaya. Bu, aldığınız eğitimin kalıcılığını artırmak için en iyi yollardan biridir. Ya da gerçekten beğendiğiniz yazılara bir iki cümle dahi olsa yorum yazarak eğitim camiasında geribildirim kültürünün oluşmasına katkıda bulunabilirsiniz. Böylece yazmaya çalışanları da içinde bulundukları bu derin sessizlikten kurtarabilir ve başka paylaşımlarda bulunmalarını teşvik etmiş olursunuz.
Aysun hocam,
Yazılarınızı yayınladığınız zaman önce hızla daha sonra daha yavaş daha çok anlamaya çalışarak, sorgulayarak okuyorum. Şunu fark ettim ki okuduğum yazılarda yazar eğer tanıdığım biriyse o yazı benim için daha anlamlı, daha merak uyandırıcı hale geliyor. Yabancı kaynaklardaki yazıları okumadan önce başlığı ve yorumları okuyor kendime göre ön değerlendirme yapıp ona göre seçiyorum. Fakat sizin de yazdığınız gibi Türkiye’de malesef yorum yazmaya fazla önem verilmiyor. Oysa ki olumlu ya da olumsuz geri dönüt almak insanı ne kadar da kamçılıyor. Daha çok geri dönüt alabildiğimiz yazıları paylaşmak dileğiyle.
Sevgili Feride, tesekkur ederim. Yorum yazmak bir yazıyı gercek anlamda irdelemeyi sağlıyor. Seni de yeni blogundan ötürü kutluyorum. Aramıza hoş geldin.
Sevgili Aysun,
Kitapların değil özetlerinin okunduğu ya da filmlerinin seyredilip onun üzerinden yorumların yapıldığı bir zamanda okumadan sosyal meday paylaşımının olduğunu vurgulaman harika olmuş.
Beni de ben ne yazsam diye düşündürttün; seni tebrik ederim.
Kalemine sağlık arkadaşım!!
Sevgili Esincigim değerli yorumun icin cok tesekkur ederim. Seni yazmaya teşvik ettiysem ne mutlu bana. Sevgiler…
Bloğunuzu yeni keşfettim. Keşke daha önce karşıma çıksaydı diye düşünsem de sizin gibi bir eğitimcinin varlığından haberdar olmak beni memnun etti. Artık sık sık yazılarınızı takip edeceğim:)
Blog yazmaya 2011’in Aralık ayında anne olduktan sonra başlasam da günlük tutma alışkanlığım ilkokul yıllarına dayanır. Bu yüzden bu postunuz dikkatimi çekti; yazınızdaki tespitleriniz ara ara hep içimden geçen şeyler aslında. Özellikle belirttiğiniz hususlardan iki tanesi: “Üstelik beğendiğimiz ve hatta paylaştığımız yazıları gerçekten okuyup okumadığımız da büyük bir soru işareti.” ve “az sayıda kimse okusa ve hiç kimse yorum yazmasa da yazmaya devam ediyorum.” Bu iki tespite rağmen yazmaya devam ediyorum çünkü yazmak benim için bir alışkanlık;)
Bir de, blog yazısını yazma süreciyle ilgili bahsettikleriniz… Yazımı oluştururken yaptığım düzenlemeler, eklemeler, değişiklikler, aynı paragrafı bir kaç kez okuyup kelimeleri doğru yazıp yazmadığımı, anlamına uygun kullanıp kullanmadığımı kontrol etmek… Yazarken biraz fazla zaman harcadığımı düşünüyorum ya da yakın çevremde başka yazan olmadığı ve yazanların da nasıl yazdığını bilmediğim için bunun bana özgü bir ‘acemilik’ olduğunu tahmin ediyorum fakat yazınızı okuyunca içime biraz su serpildi:)
Tabi ki bu iş ne kadar çok kitap okunduğu, heybede neler biriktiği ve ne kadar çok yazma pratiği yapıldığı ile ilgili ancak kimse de oturup beş dakikada bir yazı yazmıyordur değil mi?
Verdiğiniz bilgiler ve paylaşımlarınız için teşekkürler.
Sevgiler.
Merhaba Zeynep Hanım, yazı yazmak konusunda size bir umut olabildiysem ne mutlu bana. Ben de hemen sizin bloğunuza girip yazdıklarınızı okumak istiyorum. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Ben de bir eğitimci olarak okumadan paylaşmak konusunda yazdıklarınıza ithafen başka bir blogda okuduğum bir yazıdaki sözü söylemeyi istedim. Okuduğumda çok hoşuma gitmişti. “Bilgi, ben neyi söylemek istiyorsam ona hizmet eder yaklaşımı. Hem dili hem de fikri gerileten bir düşünce tembelliği…” Söyleyen kişi güzel bir tespitte bulunmuş. Gerçekten okumadan paylaşılanlar, neyi hedeflediğini bilmediğiniz bir gruba ben de varım demek gibi oluyor. Bu durum bazen acıtıcı bazen de komik duruma düşürebiliyor kişileri.
Çok teşekkür ederim Zuhal Hanım, değerli yorumunuz ve katkınız için.