Aralık ayının ilk haftası yeni bebeği olmuş bir arkadaşımıza bebek tebriğine gitmişiz, 4,5 aylık olan bebeği severken telefonum çalıyor: Gizem Vural. Acaba eve gidince mi arasam diye bir saniye açıp açmamakta tereddüt yaşıyorum. Telefondaki ses: Çok ilginç bir site buldum. Sana adresi mesaj olarak gönderiyorum hemen bak, diyor. Tamam diyorum, sen merak etme. Gizem, benim eski stajyerlerimden ve hani şu boynuz kulağı geçer cinsinden olanlardan. Şimdilerde Ankara’da çok iyi bir özel okulda Türkçe öğretmeni olarak çalışıyor ve öğrencilerinin adına fun clup kuracak kadar sevdikleri cici mi cici bir insan. Aynı zamanda benim üretme heyacanımı yakından paylaşan ve beni anlayan en büyük hayal ortağım. Akşam eve döndükten sonra altın arayıcılar gibi lab tabımı evin içinde gezdirerek komşulardaki güvenliği etkinleştirilmemiş bir ağı yakalamaya çalışıyorum. (kendi evimiz bitene kadar geçici olarak çıktığımız bu kiralık eve internet bağlatmamıştık çünkü. ) Derken yatak odasının köşesindeki bir noktadan bir ağ yakalıyorum. Ama azıcık sağa ya da sola kaysanız ya da Allah muhafaza hapşırsanız hat gidiveriyor. Soluğumu tutuyorum ve yazmaya başlıyorum: www.yga.org.tr Kısa bir turdan sonra liderlik seminerine katılmak için gerekli başvuru formunu dolduruyorum. Orada bize ayrılan bin karakter elbette yetmiyor anlatmak istediklerimi anlatmama; ama bu kadarından da anlaşılıyor olmayı umut ediyorum. Gizem’e mesaj atıyorum gecenin bir yarısı: “Başvurdum.” Birkaç saniye sonra ondan da bir cevap geliyor: “Ben de.” Gülümsüyorum.
19 Aralık Cuma Akşamı:
Bol öksürüklü oğlum, babasına ve babaannesine emanet ediliyor. Yastığım, ajandam, kalemim ve okumak için bir kitaptan oluşan hazinem bir sırt çantasına konuluyor. Otobüslerde sabaha kadar gözünü kırpmayan ben, yorgun düşüp semineri dikkatlice dinleyemem endişesiyle uyumak için bir ilaç alıyorum. Sonrası mı? Sonrası kendimi ilk defa ağzı açık yakalamalar ve mola yerlerini hiç hatırlamamalarla geçen bir otobüs yolculuğu. Başardım, uyudum, yaşasın derken Ankara grubuyla yola çıkan Gizem’le Taksim’de buluşuyoruz. Taksim heykeline bakan bir mekanda dumanı üstünde bir çay, oriantel sabah kahvaltısı. (Oriantel’in bildiğimiz Türk kahvaltısını olduğunu tabak önüme geldikten sonra anlıyorum. Doğru seçim diyorum kendi kendime.) Dışarıda yağan yağmurun altında aceleyle işlerine koşuşturan insanlar, şemsiye satan işportacılar. Günaydın İstanbul.
20 Aralık Cumartesi Akşamı:
Otobüsün camındaki yağmur damlalarının arasında karanlığa göz kırpan iki çift buğulu göz, yumuşak bir kalp, berrak bir zihin ve uyumak istemeyen sadece ve sadece düşünmek ve hayal etmek isteyen bir kişi olarak başlıyor iç yolculuğum. Dıştaki yolculuğum kadar gerçek bir yolculuk.
İşte şimdi size bu iki akşam arasındaki farka sebep olan şeyi anlatmaya çalışacağım:
Young Guru Academy’nin düzenlemiş olduğu “Sıradışı Liderlik Konferansı” 20 Aralık Cumartesi sabahı saat 10:00’a Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde başlıyor. Lütfi Kırdar Kongre Salonu, Türkiye’nin en büyük konferans salonu. Salonda 5000 başvuru arasından seçilmiş yaklaşık 1700 kişi. Salona ilk girdiğimde çok az profesyonel ve hayal ortağının dışında çoğu üniversite öğrencilerinden ve yeni mezunlardan oluşan bir grupla karşılaşıyorum. Hatta bu kadar genç bir kitleyi görünce bir an için doğru yerde olup olmamakla ve zaten benim bildiğim ve iş hayatında tecrübe ettiğim şeylerin anlatılacak olmasıyla ilgili anlık bir endişe yaşıyorum.
Young Guru Academy Başkanı Sinan Yaman “Siz deli misiniz?” diye başlıyor konuşmasına. Bu soğukta, bu yağmurda bütün işleri, güçleri, ödevleri, dersleri bırakıp geceden otobüslere doluşup Rize’den, Mersin’den, Denizli’den, Ankara’dan, İzmir’den gelmek için deli olmak gerekiyor çünkü. Evet, deliyiz diyoruz sanki topluca içimizden. Yeni şeyler öğrenmenin delisiyiz, farkı fark etmenin delisiyiz. Sinan Yaman da onaylıyor bizi. “Türkiye’nin sizin gibi delilere ihtiyacı var. “
Sinan Yaman’ın en büyük hayali, hayal eden, hayallerini projelendiren ve projelerini en hızlı şekilde hayata geçiren gençler yetiştirmek. Bu hayal uğruna 33 yaşında çok uluslu bir firmanın üst düzey yöneticisiyken sil baştan yapabilmiş bir insan Sinan Yaman. Orada olup kendisini nefes almadan dinleyen o pırıl pırıl gençleri gördükçe hele de üzerinde YGA yazan kırmızı süveterler giymiş güleryüzle ve pozitif bir enerjiyle herkesin yardımına koşan, vestiyerde insanların paltolarını asmaktan tutun da yemek dağıtımına, anketlerin toplanmasından sertifikaların dağıtılmasına kadar büyük bir özveriyle çalışan o gençleri gördükçe onlara bu enerjiyi aşılayan, krediyi kimin aldığının önemli olmadığı bir ortam yaratmayı başaran Sinan Yaman’ı tebrik etmek gerekiyor. Kaldı ki seminerin sonundaki büyük sürpriz ve Sinan Yaman’ın o gençlerle el ele vermiş tablosu gerçekten de imrenilecek bir tablo. Eminim ki orada bulunan pek çok genç de o resimde yer alabilmek için bundan sonrasında mücadeleyi hiç bırakmayacaklar.
Şimdi diyeceksiniz ki “İyi de bu insanlar ne yapıyor?” Young Guru Academy, bilinen anlamda bir lider yetiştirme programı değil. İşte sıradışılığı da buradan kaynaklanıyor. Bu akademi, sosyal sorumluk projelerinde görev alacak liderler yetiştirmeyi kendine ilke edinmiş. Yani hiçbir beklentisi olmaksızın zamanını, enerjisini ve bilgisini diğer insanlar için vakfedebilecek derecede sorumlu insanlar. Sinan Yaman diyor ki: “Bize kalpleri yumuşak, zihinleri berrak, elleri hızlı arkadaşlar lazım. Sıcak kafalar ve soğuk kalpler hiçbir şeyi çözemez.” Lider denilince hepimizin aklına girişken insanlar gelir. Sinan Yaman aslında öyle olmadığını iyi liderlerin oldukça sakin ve hatta çok yüksek sesle konuşmayan insanlardan çıktığını ve onların girişken insanlardan daha iyi işler çıkarabileceğini de somut olarak ispatlamış.
Onlardan ikisini de tanıma şansını yakaladık seminerde. Sümeyra Babacan ve Gökhan Meriçliler. Sümeyra Babacan, son derece içten, yapmacıksız, güleryüzlü, sakin, mütevazı bir şekilde programın sunuculuğunu gerçekleştiren kişi. 2005 yılında Boğaziçi İşletme’den mezun olmuş. Sinan Yaman’ı okullarında verdiği bir seminerde tanımış ve diğer öğrenciler gibi akademiye başvurmuş, diğer aşamaları da geçerek 12 kişiyle Amerika’daki liderler kampına gönderilmiş. Burada gördükleri eğitimdensonra kendilerinden bir sosyal sorumluluk projesi üretmeleri istenmiş. Ve böyle doğmuş “Oku- Düşün – Paylaş” projesi. Sümeyra, Gökhan ve diğerleri Türkiye’nin sayılı okullarının sayılı bölümlerinden mezun olan son derece donanımlı gençler. Onları çok iyi bir gelecek bekliyorken iş tekliflerini bir yıl askıya alarak Sümeyra Denizli’de, Gökhan da Mersin’de bu projenin ilk gönüllü öğretmenleri olarak bir yıl boyunca çalışmışlar. Hayal ortaklarının yardımları sayesinde yaratıcı kütüphaneler kurulmuş ve üniversite öğrencileri bu kütüphanelerde özel olarak seçilmiş öğrencileri “Oku –düşün – paylaş” kitabını kullanarak ve belirlenen 80 kitabı öğrencilere okutarak ve okuduklarını tartışarak onları sıra dışı, farklı ve yaratıcı düşünme konularında eğitmişler. Derken milli eğitim müfettişlerinin çok olumlu raporları ve geri bildirimleri sayesinde Milli Eğitim bakanlığının dikkatini çeken proje, bu sene milli eğitimle imzalanan protokol çerçevesinde Türkiye’nin bütün okullarında yaygınlaştırılmaya başlanmış. Hatta bazı pilot illerde ve okullarda Türkçe derslerinin bir saatinin oku- düşün paylaş dersi olarak işlenmesi uygulanmasına başlamış. Denizli’de bu pilot illerden biri. Denizli’de yaklaşık 14 adet yaratıcı kütüphane kurulduğunu ve 10 ilköğretim okulunda bu projenin uygulandığını biliyor muydunuz? Duyunca hem şaşırdım, hem sevindim. Akademinin 2010 yılı hedefleri içinde bunu yurt dışında da yaygınlaştırmak var. Niçin bizden de bir proje yurt dışına gitmesin diyor Sinan Yaman ve doğru söylüyor. Bu proje uygulamaya koydukları ve benim de içinde yer almaya can attığım projelerden yalnızca biri. Öyle güzel projeler gerçekleştirmişler ki… Kör Liderler, İstanbul Kültür Elçileri, 6 ve 7. Sınıf öğrencilerinin katıldığı Yıldızlar Liderlik Kampı, Hizmetkâr Liderlik, MEB ile Hayal Ortaklığı bunlardan bazıları.
İnsanları iki gruba ayırıyor Sinan Yaman: Birincisi enerjiyi emenler, ikincisi ise enerji verenler. Bu grupları hayal katilleri ve hayal ortakları diye de isimlendirebileceğimizi söylüyor. Bunca zamandır iş hayatında bir şeyler üretebilmek için negatif düşünen insanlara hep kulaklarımı kapatmaya çalışmış bir insan olarak Sinan Yaman ‘a katılmamak elde değil. İnsanın enerjisini emen hayal katillerine çok dikkat etmemiz gerekiyor. O taraftan hızlıca kaçmak ve daima enerji veren, olumlu düşünen insanlarla birlikte olmak gerekiyor ki başarıyı yakalayabilelim.
Bir diğer önemli tespit de Türk insanın fazlaca diğergam oluşu. Yani başkalarının dertlerini paylaşmakta çok cömert ama başarıları alkışlamakta ise çok cimri oluşunu Hacı Bektaş ve Mevlana’dan anlattığı anekdotlarla öyle güzel bağlıyor ki Sinan Yaman, başarıları paylaşacak yüce ruhlu insanları bulmanın gerçekten de ne kadar kıymetli bir şey olduğunu o zaman anlıyorsunuz.
Sinan Yaman bu kadar kısa zamanda bu kadar çok sosyal sorumluluk projesine imza atabilmelerinin sırrını ise bülbül seçebilme kabiliyetlerine bağlıyor. Yani hangi işi yaparsanız yapın, ekip arkadaşlarınız çok önemlidir. Ve hiçbir lider ne kadar bilgili, ne kadar enerji dolu olursa olsun tek başına hiçbir şey yapamaz. Sinan Yaman “İç’ten Lider” kitabında da yazdığı gibi “Değişiklik bir slogandan, bir cümleden ya da bir kitaptan dolayı gerçekleşmez. Bu ancak doğru insanların hayatınızda olmasıyla gerçekleşir. Her şey bunun ardından gelir. Doğru insanları hayatınıza sokmak.” Bülbülle gezen güle gider, ördekle gezen göle gider, diye ekliyor ardından. Ne kadar da doğru söylüyor.
O gün seminerde pek çok değerli konuşmacıyla da tanışma şansını yakaladık. Türksat başkanı Başaran Ulusoy, “ Başarı Reçeteleri” isimli konuşmasıyla, Koç Holding ceo’su Hasan Yılmaz “Etkili Stratejik Liderlik” isimli sunumuyla kendilerinden oldukça faydalandığımız isimler oldu. Hepsinin ortak söylemi ise şuydu: Liderliğin reçetesi yoktur. Kitapçılarda nasıl lider olunacağına dair yüzlerce kitap var ama onları okuyunca lider mi oluyoruz . Elbette ki hayır.
Seminerde iki muhteşem insan tanıdım. Selim, Kerim Altınok kardeşler. İkiz ve her ikisi de görme engelli. İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesinden birincilik ve ikincilik dereceleriyle mezun olmuşlar. Aynı okuldan yüksek lisans ve doktora derecelerini de almışlar. 8 yıllık öğrencilik hayatları nasıl geçmiş dersiniz? Her gün okulda dersleri dinleyerek kabartma yazıyla not tutmuşlar. Akşamları eve geldiklerinde Selim notları okumuş, Kerim on parmak daktilo kullanarak notları temize geçirmiş. Hafta sonları ise babaları bu notları kasetlere okumuş. Doktora bitene kadar tam sekiz yıl hiç dinlenmeden her akşam 4- 5 saat bu işi yapmışlar. Hatta okuldaki diğer öğrenciler onların notlarından ders çalışır olmuş. Bunun yanı sıra onlara görme engelliler okulunda kabartma notayı öğreten bir öğretmenleri sayesinde konservatuara girmişler ve oradan da başarıyla mezun olmuşlar. Konservatuardan mezun olduktan sonra çok sesli bir koro kurarak 10 yıl kadar bu koronun şefliğini yürütmüşler ve pek çok ödül almışlar. Selim Kerim Altınok kardeşler, görme engelliler için pek çok sosyal sorumluluk projesine imza atan kör liderler ve insanın isterse her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek bir potansiyele sahip olduğunun da canlı timsalleri. Konuşmalarının sonunda Selim dedi ki: “Size trilyonlar verseler görme yetinizi geri verir misiniz?” Salondan hiç ses çıkmadı. Trilyonlar değerinde bir artıya sahip olarak doğuyoruz ama çoğumuz bunun farkında değiliz.
Selim ve Kerim’den öğrendiğim diğer önemli şey de Amerika’da ve Avrupa’da insanları işe alırken öncelik olarak mezun olduğu okula değil sosyal sorumluluk projelerinde çalışıp çalışmadıklarına bakıyorlar. Amerika’nın en büyük bilgisayar devlerinden biri olan IBM, üst düzey yönetici adaylarını 4 ay Vietnam’a gönderiyor ve orada sosyal sorumluluk projelerinde çalışmalarını sağlıyormuş. Buradaki amaç şu: Başkasına yardım edemeyen kendine de yardım edemez. Sinan Yaman’ın deyimiyle “Kendine yardım etmenin en iyi yolu başkalarına yardım etmektir.”
İşte Selim Kerim kardeşler gibi insanları dinleyince asıl ve yegane şeyin hayal engelli olmamakolduğunu anlıyorsunuz. (www.selimkerim.com)
Bütün bir semineri anlatmama imkan yok biliyorum ama günün sonunda aklımda kalanları şöyle bir özetlemeye çalışırsam:
Her şeyden önce liderliğin öğretilemez ama öğrenilebilir bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü Liderlik öncelikle insanın kendi içine yapacağı bir yolculukla başlıyor, önce kendini tanımak, ne istediğine karar vermek, hayal kurmak; sonra kendini yetiştirmek, ekibini yetiştirmek, bilgiyi paylaşmak, motive etmek, ilham vermek ve sistemi geliştirmekle devam ediyor. Herkesin içinde bir lider gizli. Önemli olan onu ortaya çıkarmak. Sahip olduğunuz yüksek potansiyelin farkına varmak ve geliştirmek. İçten gelen bir enerjiye sahip olmak, diğer bir deyişle başkalarının sırtını sıvazlamasına ihtiyaç duymadan kendi kendini motive edebilmek, doğru insanlarla yola çıkmak, hayal katillerinden mümkün olduğunca uzak durmak. Güvenin verdiği hızı yakalamak ve kimin krediyi aldığının önemli olmadığı bir ortam yaratmak…
Dünyanın tartışmasız en büyük lideri olan Mustafa Kemal Atatürk’e sormuşlar:
-Paşam nasıl başardın?
-Hayal ettim, hayallerimin önündeki manileri tespit ettim, manileri ortadan kaldırdığımda hayalim kendiliğinden gerçekleşti.
Sinan Yaman günün sonunda bizlere şu soruyu sordu: “Sabah kalktığınızda sizi yatak mı çekiyor, işiniz mi?” Gerçekten de yapacağımız projelerin keyfi bizi yataktan hızla kaldırabiliyorsa ne mutlu bize. Bu sorunun ardından günün süprizi geldi. Sinan Yaman, bu yatak testini başarıyla geçen ve son iki aydır yatakla buluşması en zor iki genç arkadaşı çağırıyorum dedi, sahneye. İkisinin de ellerinden tuttu ve şimdi yapacağı şeyi 2009 yılında gerçekleştirmeyi planladığını ancak bugün öğle üzeri kararını değiştirdiğini söyleyerek YGA başkanlığından istifa ettiğini açıkladı. Herkes şaşkınlık içerisindeyken “İşte dedi bu arkadaşlarım YGA’nın yeni başkanları. Gözüm arkada kalmadan YGA’yı asıl sahiplerine yani gençlere bırakıyorum. Mevlana’nın “Bizi geçen bizdendir.” sözünü tekrar hatırlatırcasına. Hepimiz ayakta alkışladık bu tabloyu gözlerimiz dolu dolu.
Bir İngiliz yazar demiş ki: “Son hayal kuran Türk, 10 Kasım 1938’de vefat etti.” Hayır diyorum şimdi sizleri tanıyınca hala hayal kuran Türkler var. Türkiye’nin geleceğine daha bir umutla bakıyorum şimdi.
Teşekkürler Sinan Yaman, teşekkürler Sümeyra, teşekkürler Gökhan, teşekkürler Selim, Kerim kardeşler, teşekkürler Hazan, teşekkürler adını sayamadığım hayal ortakları, teşekkürler gizli kahramanlar. Bir hayal ortağınız da Denizli’de artık.
Ve otobüsün camında bir yüz, damlaların arasında karanlığa gülümseyen…
Dünyada,
En çok insanın izlediği insan,
Gandhi demiş:
“Kimse izlemesin beni,
Herkes izlesin,
Kendi içindeki sesi.
Çünkü esas olan,
Benim yolumda olmak
Ya da olmamak değil.
Esas olan İçindeki sesle iletişimde olmak.
Sinan Yaman “İç’ten Lider”