Bugün okuryazarlıkla ilgili makaleler okurken ilham verici bir okul lideriyle karşılaştım: Alexa Sorden, New York’ta düşük performans ve bakımsızlık yüzünden kapanan Concourse Village İlköğretim Okulunu 2013 yılında yeniden açıyor. Neredeyse tamamı düşük gelirli ailelerden gelen 361 öğrenci o sonbaharda okula döndüklerinde, yenilenmiş bir bina, yeni öğretmenler ve her sınıfta yüksek kaliteli öğretim uygulamaları ile karşılaşıyorlar. 3-4 yıl içinde okulun geldiği nokta ise şaşırtıcı.
Okul, 2017’de New York City’deki tüm ilkokulların yüzde 95,8’inden daha iyi bir perfomans gösteriyor. 2018’de, New York Eyaleti sınavlarında hem matematik hem de İngilizce dil sanatlarında öğrencilerin yüzde 88’i şehir genelindeki ortalamanın 40 puan üzerinde notlar alıyorlar. Okul, 2018’de örnek performans gösterdiği için Mavi Kurdele Ödülünü 2020 yılında ise Amerika’nın En İyi Şehir Okulları Altın Madalyasının sahibi oluyor. Okulun başarısına, 2022 yılında basılan When Black Students Excel: How Schools Can Engage and Emprower Black Students adlı kitapta da yer veriliyor.
Okulun başarılı olmasını sağlayan pek çok etken olmakla birlikte iki yaklaşım diğerlerinden daha ön plana çıkıyor: Birincisi, neyin öğretilmeye ve öğrenilmeye değer olduğu ile ilgili akıllıca bir karar; ikincisi ise neye değer vermemiz gerektiği ile ilgili zamansız bir öngörü.
Öğretilmeye ve Öğrenilmeye Değer Olan Şey Ne?
Önce Okuryazarlık
Kendisi eski bir okuryazarlık koçu olan Sorden, okuduğunu anlamayı geliştirmeyi öncelikli hedef olarak belirleyerek okulunda işbirlikli okuma ve yakın okuma yaklaşımını birleştiren bir yöntem kullanmaya başlamış.
Bu yöntemde anaokulundan 5. sınıfa kadar olan tüm sınıflar, her gün 15 ila 20 dakikayı, 150 kelimeye kadar olan sınıf üstü bir metnin analizini yapmaya ayırıyorlar. Yaklaşım, derin bir kavrayış sağlamak için okuma sürecini öğrencileri metne tekrar tekrar bakmaya zorlayan beş aşamaya ayırıyor: Ana fikri anlamak, metne açıklama eklemek, önemli fikirleri ve ayrıntıları belirlemek, yazarın sanatını incelemek. Dolayısıyla öğrenciler, aynı metin üzerinde 5 gün boyunca çalışıyorlar ve her gün metnin başka bir yönüne odaklanıyorlar. Yöntemle ilgili daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Öğrencilerin yaptıkları yakın okumalar, yalnızca dil sanatları ya da yalnızca kurgusal metinler üzerinde değil aynı zamanda sosyal bilgiler ve fen bilimler alanlarında öğrendikleri konularla da ilgili olduğu için diğer derslere de sorgulama ve eleştirel analiz yaklaşımını aktaran entegre bir anlayış geliştirmişler. Hatta aynı yaklaşımı, matematik dersinde problem analizi olarak kullanarak öğrencilerin sayıların ardındaki hikayeyi görmelerini sağlamışlar. Tüm bunlar, kalıcı bir anlayış sağlamak açısından çok değerli çalışmalar.
Learning First’in CEO’su Ben Jensen, “Okullar Ne Öğretir?” adlı makalesinde araştırmaların, müfredatı genişletip daha fazla program eklemek yerine, temel öğrenme alanlarında daha derine inerek daha fazla fayda sağlayacağımızı gösterdiğini belirtiyor ve düşüncelerini aşağıdaki örneklerle temellendiriyor:
Örneğin, bir işletme veya vakıf iklim değişikliği konusunda endişeleniyorsa, o zaman anlaşılır bir içgüdü, öğrencilere konu hakkında yeni programlar ve öğrenme fırsatları sağlamanın yollarına bakmaktır. Ancak uluslararası değerlendirmeler, iklim değişikliğini en iyi anlayan öğrencilerin özellikle bu konuyla ilgili yeni programlar veya çevre çalışmaları projeleri tamamlayanlar değil, genel olarak bilimde daha iyi olan öğrenciler olduğunu göstermiştir. Başka bir deyişle, iş sektörü iklim değişikliğinin anlaşılmasını teşvik etmek istiyorsa, ihtiyaç duyulan yeni programlar değil, çekirdek fen müfredatının geliştirilmiş öğretimi ve öğrenimidir.
Finansal okuryazarlık başka bir örnek sağlar. 2012’de OECD, 18 ülkedeki öğrencilerin finansal okuryazarlığını değerlendirdi. Şanghaylı öğrenciler zirveye çıktı. Bulgular açıklandıktan sonra, Şangay eğitim lideri Dr Minxuan Zhang ile konuştum. Şanghaylı eğitimcilerin, okullarında finansal okuryazarlığı hiç öğretmedikleri için sonuca şaşırdıklarını söyledi. Ancak öğrencilerinin çok iyi olduğu şey matematikti ve bu temel becerileri derinlemesine anladıkları için finansal okuryazarlığa uygulayabildiler.
Ben Jensen
Ben Jensen Okulların yeni bir şey öğretmesini sağlamak yerine, önemli olanın mevcut müfredatı öğretmeleri için okulları desteklemek olduğunu söylüyor. Müdür Sorden de okulunda aynı yöntemi kullanıyor ve derinlemesine öğrenme üzerine çalışıyor.
Nasıl Liderlik Etmeliyiz?
Okulun başarısının altında yatan ikinci unsur, nasıl liderlik etmeyi seçtiğimizle ilgili.
Müdür Sorden’le yapılan bir röportajda Sorden, en mutlu olduğu anların sınıflarda öğrenci ve öğretmenlerle olduğu zamanlar olduğunu belirtiyor ve kendini anlatırken şu ifadeleri kullanıyor:
Bu yaklaşımdan okul liderleri olarak faydalanmamız gereken en önemli özelliklerden biri “modellemek”. Bir okul lideri olarak ne kadar dikkatli geri bildirim verirseniz verin, geri bildirimlerin etkisi modellendiği zamanki kadar kalıcı olmuyor. Öyle ki sınıf ziyaretlerinden sonra öğretmenlere geribildirim verip öğretmenlere verdiğiniz bir eğitimde önerdiklerinizin tam tersini yaptığınızda öğretmenler size saygı duymuyorlar ve geri bildirimlerinizde haklılık payı olsa dahi size karşı direnç geliştiriyorlar. Çoğu mesleki gelişim eğitiminde de aynı handikap söz konusu. Eğitimci, konusunda ne kadar uzman olursa olsun anlattığı konuyu modelleyen stratejileri verdiği eğitimde kullanmıyorsa istenen etkiyi yaratamıyor.
Bu nedenle Müdür Sorden’inki gibi yapılması gerekenleri dikte eden bir pozisyondan, birlikte deneyimlemeye ve birlikte öğrenmeye evrilen takım arkadaşlığı pozisyonunu korumaya çalışmanın okul liderlerinin en önemli önceliği olduğunu düşünüyorum.
Neye Değer Vermeliyiz?
Gelin şimdi Sorden’in sınıfları ziyaret ettiğinde orada neleri görmeyi beklediğine bakalım:
- Daha çok öğrenci sesi
- Düşünceli bir şekilde öğrencilerle ilgilenen öğretmenler
- Sevgi ve saygı duygusu
- Gülümseyen, neşeli öğrenciler
- Metinlere açıklama ekleyen öğrenciler
- Önemli sorular veya konular hakkında saygılı tartışmalara giren ve iddialarını desteklemek için kanıtlar kullanan öğrenciler
- Sorular sorarak veya bilmedikleri sorulara cevaplar vermeyi deneyerek risk alan öğrenciler
- Sınıfın onların öğrenme alanı olduğunu ve onlar için tasarlandığını bilen öğrenciler
- Sınıfta yaptıkları her şeyin bir amacı olduğunu hisseden öğrenciler
Son derece yalın bir dille ifade edilmiş bu liste, öğretimsel uygulamaları neyin üzerine temellendirmemiz gerektiğini anlamak açısından ilham verici. Bu liste; katılım stratejileri, sosyal duygusal öğrenmenin önemi, sorgulamanın ve eleştirel düşünmenin değeri, başka bir deyişle önceliklerimizin ne olması gerektiği ile ilgili bize harika ipuçları veriyor.
Belki de okul liderleri olarak 40-50 maddelik öğretmen standartlarını bir kenara bırakmamızın zamanı geldi. Öğretmenlerin yapamadıkları şeylere odaklanmak yerine birlikte başarmaya çalıştıklarımızın özüne inen bir değerler listesi oluşturarak işe başlayabiliriz.
Concourse Village İlköğretim Okulunun başarısında öğretimsel liderlik ve temel alanlarda derinlemesine öğrenmek en öne çıkan unsurlar olmakla birlikte söz etmeden geçemeyeceğim bir unsur da yüksek beklentiler.
Yüksek Beklentiler
Concourse Village okulundaki neredeyse tüm K-5 öğrencileri yoksulluk içinde yaşıyor; okulun %66’sı Hispanik kökenli, % 33’ü siyahi, % 26’sı İngilizce’yi yeni öğreniyor, %15’i evsiz ya da geçici barınaklarda kalıyor. Buna rağmen, okul öğrencilerden beklentilerini en yüksek seviyede tutuyor.
Ben Jensen, “Okullar Ne Öğretir?” adlı makalesinde genellikle dezavantajlı öğrenciler için beklentilerin düşürüldüğünü ve onlara normal sınıf seviyesinin birkaç yıl gerisinde kalan materyallerle eğitim verildiğini söyleyerek yoksul öğrencileri, düşük beklentiler ve kötü sonuçlar döngüsüne hapsetmenin eşitsizliği şiddetlendirdiğini belirtiyor.
OECD’nin 38 üye ve 31 ortak ülkesindeki mükemmellik ve eşitlik üzerine yapılan araştırması, en eşitlikçi ülkelerin yalnızca “yetenekli” sayılanları değil, tüm öğrencileri üst düzey matematikle tanıştırıyor. Benzer şekilde, Uluslararası Eğitim Başarısını Değerlendirme Derneği, Uluslararası Matematik ve Bilim Çalışmalarındaki Eğilimler (TIMSS) değerlendirmelerinde, düşük gelirli öğrencilerin başarısında kritik bir okul içi faktörün “yüksek akademik başarı ortamı” olduğunu tespit etmiş.
Müdür Sorden’in okulu ilk açtığında öğretmen almak için yaptığı mülakatlardaki seçim kriteri de bu görüşü destekler nitelikte: “İşe, yoksul öğrencileri kurtarmaya niyetli olanları değil, yüksek beklentilerle öğrencileri yetiştirecek kişileri aldım.”
Sonuçta Sorden, tüm öğrencilerin bilişsel olarak zorlayıcı bir müfredatla teşvik edildiği bir sistem yaratmış ve bu sistemi; azim, iyimserlik, isteklilik, empati ve saygı gibi temel değerlerin üzerine inşa etmiş.
Başta da söylediğim gibi okulun başarısının altında yatan pek çok unsur var. Ben bu yazıda en önemli etkiyi yaratanlara değinmeye çalıştım. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye bu vaka çalışmasından ulaşabilirsiniz.
Kaynaklar:
https://www.edutopia.org/article/how-literacy-first-program-revived-school/
https://learningfirst.com/what-do-schools-teach-its-surprising-how-little-we-know/