Eskiden, yani küçükken en nefret ettiğim kelime “Hadi” idi. Annem, benim gözümde bu kelimeyle özdeşleşmişti sanki. Pazar sabahları o meşhur kovboy filmlerini izlerken ve en çok tembellik yapmak istediğim anda, annemin odamızda haftalık temizlik yapmak isteyen sesi duyulurdu: “Hadi kızım odanı topla.” O anda hadi kelimesini oluşturan dört harf havada uçuşarak üstüme üstüme gelir bir süre sonra çok fazla söylenmekten anlamsızlaşmaya başlardı. Böyle zamanlarda istemeyerek de olsa yerimden kalkar, sesime acayip bir ton katarak “Hadi, hadi, hadi…” diye odama yürür, annem de onu taklit ettiğimi düşünür ve daha da sinir olurdu.
Geçen gün ablam, anneme bir kitap hediye etmiş. Kitabın adı şu: “Hadileyen Anneler, Unutkan Erkekler ” Anneme normalde kitap dayanmaz, güzel çirkin demeden her şeyi okur; ancak bu sefer annem kitaptan beş on sayfa okumuş, kalanına da şöyle bir göz gezdirdikten sonra 4,5 yaşında oğlu olan ablama: “İyi de kızım bu kitap daha çok senin için. Ben o dönemleri çoktan geçtim.” diyerek kitabı geri vermiş.
Kitabın savunduğu tez kısaca şu: Çocuklara çok sık hadi dendiğinde ileri yaşta, ya telaşlı, her an bir şeyi kaçıracakmış gibi koşturan yetişkinler, ya da bugünün işini yarına bırakan “unutkan büyükler” haline geliyorlarmış. Son zamanlarda özellikle oğlum birinci sınıfa başladığından beri kendimi en çok bu kelimeyi söylerken yakaladığım düşünülürse annem hiç de haksız sayılmaz.
Geçen gün kendi kendime hadi demeyeceğime söz verdim. Oğluma bu durumu deklare ettim ve eşime de eğer beni “hadi” derken yakarlarsan her hadi için kumbaraya 50 kuruş atacağımı söyledim. 50 kuruş size çok komik bir ceza gibi gelebilir; ancak benim bu kelimeyi sabahtan akşama kadar ne kadar çok kullanma potansiyelim olduğunu bilseniz bana hak verirdiniz.
Oğlumla okuldan eve dönerken aramızda şöyle bir konuşma geçti: “Bu akşam sana hiç hadi demeyeceğim. İster ödevini yap, ister yapma; istersen erken yat, istersen geç. Odanı toplayıp toplamamak sana kalmış. Sabah kahvaltı masada olacak. İstersen yersin. Ben saat tam 8’de evden çıkacağım. O zamana kadar tuvaletini yapmış, ilaçlarını içmiş, ödevini çantana koymuş ve giyinmiş olursan benimle gelirsin.”
Uzun zamandır bu kadar güzel bir akşam geçirmemiştim. Umursamaz bir halde, şarkılar söyleyerek ortada dolaşıyor, oğlumu daha da sinirlendiriyordum. Oğlum baktı, ben gerçekten ciddiyim. Ödevler yapıldı, pijamalar giyildi ve erkenden yatıldı. Sabahleyin benden önce uyanmış, başımda dikiliyor: “Anne o oyundan bugün de oynayacak mıyız?”dedi. Ben uyku sersemi “Hangi oyun?” derken birden aklıma geldi. “Anne o oyunu oynamak istemiyorum. Hiç zevkli değil. Ben eskisi gibi bana yalvarmanı istiyorum.” demez mi? Hayır dedim, maalesef bunu senin iyiliğin için sürdürmek zorundayız. İçimdeki ses becerebilirsen tabi diyordu. Oğlum, bana baktı, sen dedi, dünyanın en kötü annesisin. Tabi ki bunun gerçek düşüncesi olmadığını ve beni kızdırmak için söylediğini bildiğimden hiç oralı olmadım. Bu durum onu büsbütün kızdırdı. Sinirle mutfağa gitti. Birazdan eşim: “Annesi bak seninki ne yapıyor? diye beni mutfağa çağırdı. Bir de ne göreyim? Bizimki çekmeceden en kör kahvaltı bıçağını almış, parmağını masaya koymuş, bıçağı parmağın üstüne sürtüp duruyor. Bir yandan da ağlamaklı bir suratla bizim gözümüzün içine bakıyor. Sanki şimdiki çocuklar duygu sömürüsü yapma uzmanı olarak doğuyorlar. Benden beklediği şu: Bir çığlık atıp hemen onun elinden bıçağı almam ve ona hadi dememe oyununu bir daha oynamayacağımızı söylemem. Ben ne mi yapıyorum? Elbette bütün soğukkanlılığımla: “Annecim o bıçak kesmez ki istersen ekmek bıçağını al! Hem kesmeden önce bence o elinle yazı yazıp yazamayacağını bir düşün. İstersen sol parmağını kesebilirsin” dediğimde sinirle bıçağı elinden atıyor: “Kesmiycem işte!” diyor. “A hatırım kalır, niye kesmiyorsun” diye üstüne daha fazla gitmiyorum tabi ki sadece içimden derin bir oh çekiyorum.
Oğlum yeni doğduğunda bizden daha büyük çocukları olan arkadaşlarımız: “Bunlar en rahat zamanlarınız. Büyüdükçe dertler de büyüyor, derlerdi.” Ben o anki durumumuzdan daha vahim bir durumu gözümde canlandıramazdım. Şimdi ben de yeni bebeği olan arkadaşlarımın acaba büyüyecek mi, acaba konuşacak mı şeklindeki endişelerini dinlediğimde kendimi: “Bunlar en rahat zamanlarınız, koltuğa koyuyorsun, öylece duruyor.” derken buluyorum.
“Anne, baba olunca anlarsınız.” cümlesi, bütün büyüklerimizin değişmez lafıydı bugüne kadar. Şimdi soruyorum sizlere çocuk sahibi olduğu halde: “Anlamayan var mı?” Anlamayan varsa tekrar edeyim.
Yazımı, Uzman Psikolog Fatma Torun Reid’in yine aynı adlı kitaptaki önerileriyle bitiriyorum.
Annelere Öneriler:
•Hadi sözcüğünü azaltın.
•Açıklamalarınızı kısa ve sakin biçimde yapın. Israr ve ikna gayretiniz uzarsa, çocuğunuz karşı koyma, ilgi çekme ve size hükmetme yollarını öğrenir.
•Bırakın arada bir çocuğunuz, hırkasını giymediği için üşümeyi, yemeğini yemediği için acıkmayı, okula geç kalırsa sorun çıkabileceğini fark etsin. Sorumluluk ancak sebep-sonuç ilişkisini görme fırsatı olursa gelişir. Sebepsiz yere kurtarıcı olmayın.
•Bırakın bazı şeyler eksik olsun. Unutmayın ki, huzurlu ortam, mükemmel ortamdan daha sağlıklı olur.