EÇEV’in 6.’sını düzenlediği İzmir Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günlerinin bu yılki onur konuğu, İsveçli ünlü çocuk kitapları yazarı Asa Lind’di. “Hayal Etmek” temasıyla gerçekleştirilen ve ÇOGED’in ortaya çıkış öyküsünü de öğrendiğimiz bu çok özel etkinlikte, hayal eden ve hayalleri kendini aşan pek çok değerle buluştuk.
İki gün süren etkinliğin ikinci gününde Asa Lind’le yapılan özel bir çalıştaya katılma şansım oldu. Yusuf Çağlayan’ın moderatörlüğünü yaptığı çalıştayda, Sevgili Yusuf’un örnek alınacak kolaylaştırıcılığından ve çalıştayın yapılandırılma şeklinden bahsetmeden geçemeyeceğim.
Çalıştay öncesi bir drive formuyla Asa Lind’e sormak istediğimiz soruları alan ekip, bu soruları ağırlıklarına göre 3 temaya ayırarak ve her tema için bir süre belirleyerek iki saatlik süreyi son derece etkili bir şekilde planlamış.
“Yazmak ve Yazar olmak” , “Eğitim Aracı Olarak Kitap” ve “ Nitelikli Edebiyat Yapabilmek” temaları altında sorulan soru ve cevapları derlemeye çalıştığım çalıştay notlarını “Söz uçar, yazı kalır.” diyerek buradan paylaşıyorum.
“YAZMAK, YAZAR OLMAK”
- Yazma öncesi hazırlık süreciniz nasıl geçiyor, tasarım aşamasında neler yapıyorsunuz?
Asa Lind: Her yazarın kendi yazma üslubu vardır ve yazardan yazara değişebilir. Yazarın kafasında her zaman sözcükler vardır. Önemli olan doğru sözcükleri, doğru zamanda doğru yere yerleştirmek. Neresinden başlayacağıma göre değişiyor. (baş, orta, son) Resimli ve resimsiz olması hazırlığı etkiliyor. Resimli kitaplarda kısa ama yoğun metinler oluyor. Resimli kitaba hazırlandığımda yürürken, otururken sürekli kitabı düşünürüm. Kısa metinler için sürekli notlar alırım, ancak öykünün uzun olduğu kitaplarda mutlaka masaya ihtiyacım vardır. Uzun bir metin yazıyorsam bilgisayar karşımda olmalı, ne yazdığımı görmeliyim. Somut bir şeyler üzerine yazıyorsam, çok ciddi, derin araştırmalar yaparım. O zaman bir gazeteci gibi araştırma yapmak ve gerçeği bulmak zorundayım.
Yazarlık yalnız bir iştir, bir ölçüde kendinin patronu olmaktır. Kendi kendine şefkatli bir patron olabilirsin ve patronun sendeki yazara saygı gösterir.
-Yazar olmak için eğitim şart mı? Yazarlık bir meslek midir?
Asa Lind: Yazarlığın bir meslek olup olmadığını toplum belirler. Kültür sektöründe tüm insanlar aynı sorunu yaşıyorlar. Yaptığımız iş bir meslek mi? Eğer biz bir meslek olarak düşünürsek o mesleği düşünen dış güçlerin eline kendimizi bırakmış oluruz. Ne kadar para kazanıyor?
Kimin yazar olup olmadığı bütünüyle bir değer sorunu. Bazılarına göre iyi bir yazar, bazılarına göre kötü bir yazar. E-book’un çıkması her şeyi değiştirdi.
İsveç’te kitap sayısı artmaya başladı. Yayınlanan kitap sayısı ile de kalite düşmeye başladı. Türkiye’deki durumu bilmiyorum ama İsveç’te yayınevleri daha çok para kazanmanın peşine düştüler. Bir kitap çok satıyorsa, bu iyi bir kitaptır, anlayışı yerleşmeye başladı. Kitap yazarken görünür olmak çok önemli olmaya başladı. Görülüyorsan yazarsın, yoksan değilsin.
İnsan yazar olarak kendini yetiştirebilir, ama bu bir meslek değildir. Eskiden yetenekli birkaç kişi çıkıyordu ve yazar oluyordu. Şimdi sayısız akademi ve kurs var ve pek çok yazar yetişebiliyor.
- Ülkenizde veya başka ülkelerde yazmaya teşvik için neler yapılıyor?
Asa Lind: Yazarları teşvik eden bir fon var İsveç’te. Her mahallede bir kütüphane var ve ödünç alınan her kitap için devlet yazara para ödüyor. Yıllık olarak yazara ödenen para 500.000, 600.000 kurona kadar çıkabiliyor. Sadece yazara değil, kitabın çizerine de para gidiyor. Bir yayınevi kitap bastığında her mahallede kütüphane olduğu için zaten 3000 adedini kütüphaneler satın alıyor. Bu harika bir sistem, ama aynı zamanda çok kırılgan bir sistem. Başkaları gelip bu sistemi beğenmezse bir günde değişebilir.
Bunun dışında yazarlar fonu var ve bu fona İsveç’te bir kitap yayınlatmış herkes başvurabiliyor. 1-5 ve 10 yıllık burs başvurusunda bulunabiliyorsunuz. Ben şu kitapları yazdım ve şunları şunları yazmayı düşünüyorum diyerek fona başvuruyorsunuz. Bir değerlendirme jürisi oluyor ancak bu değerlendirme jürisinde görev almak için o kişiyle dost ya da düşman olmaman gerekiyor. Başka bir deyişle değerlendirmeye katılabilmek için o kişiyle 10 kişiden daha az bir grupta bir araya gelmemiş olmak gerekiyor. Her şey beyan üzerine. Benim gelirim şu diyen bir yazarın asla geliri araştırılmaz.
İsveç kütüphanesinde kitabı olan herkes bu fona başvurabiliyor. İsveç’te yaşama şartı yok. Yazarlık yaparken “geçinebilmek” felsefesinden hareket ediliyor. Para yağması gerekmiyor elbette ama yazarın başını suyun üzerinde tutması gerekiyor. Bu fonu devlet sağlıyor. Hatta yeterince yazar olmadığı için çoğu zaman fon devrediyor.
- Yazılı ürünlerde ileti, mesaj olmak zorunda mı? Cevap evetse buradaki didaktiklikten nasıl kurtulabiliriz?
Asa Lind: Bir kitabın beni terbiye etmeye çalıştığının farkına varırsam anında kitabı bırakırım. Çocuklar da böyledir. “Yalan söylememelisin.” diyen bir kitaptan çocuklar da ben de tiksinirim. Kitaplarda yalan söylemenin kötü olduğu bilinmesine rağmen neden yalan söylendiğinin anlatılması daha önemli.
Aslında her kitap bir şey öğretir ama dünyanın en sıkıcı kitapları da didaktik kitaplardır. Edebiyatta böylesine basit, didaktik şeylerin sonuç vermeyeceğine inanıyorum. Edebiyat daha çok insan olma üzerine konuşmaktır ve insan olmanın çok geniş bir haritası vardır. İyi kitap, insanlık durumunu anlatmaya çalışır.
“EĞİTİM ARACI OLARAK BİR KİTAP”
- Kitaplar, eğitimciler için nasıl bir eğitim aracına dönüşebilir?
Asa Lind: Her şeyden önce yazarım ve öğretmenlik tarafım yok. Ders kitapları, aslında okul sisteminin görüşünü dillendirir. Bazı kitaplar vardır, nesneyi dillendirir. Bu açıdan okullarda ders kitabı sayılan şeylerle edebiyatı birbirinden kesinlikle ayırmak gerekir.
İsveç’te gördüğüm sorun, öğretmen bazen öğrenciye bir kitabı oku, diyor. Öğrenci de o kitaptan sınav olacakmış gibi kitabı okuyor. Böylece kitaba baştan yabancılaştırmış oluyor öğretmen. Öğrencide buradaki bilgilerle ya ödüllendirileceğim ya da cezalandırılacağım algısı oluşuyor.
Aslında okul edebiyatı konuşmak için çok önemli bir mekan. Edebiyat bir sohbet konusudur. Çocuklar arasında sohbet konusuna dönüştürmek gerekiyor edebiyatı. Ben her zaman açık uçlu sorulardan hoşlanıyorum, yani cevabı içinde taşımayan sorulardan.
Çocuk ve gençlerle edebiyat üzerine konuşmak için 4 soru var:
1.Bu kitabın içinde neyden hoşlandın?
Kitaptan hoşlandın mı, hoşlanmadın mı dediğin zaman kategorize etmiş oluyorsunuz. Bu şekilde sorduğunuzda ise öğretmenlerin aynı zamanda öğrencilerin üzerine niçin niçin diye gitmesini engellemiş oluyorsunuz. Herkesin kitapta hoşlandığı ve etkilendiği farklı bir şey olabilir.
2.Bu kitapta hoşlanmadığın şey neydi?
Bu soruyla kitap üzerinden kitabı bahane ederek çocuğun huzursuzluğunun ve hassasiyet noktalarının farkına varırsınız.
3. Kitapta merak ettiğin bir şey var mı?
İyi bir edebiyat, çok fazla soru üreten bir edebiyattır. Çocuklar, bir kere şöyle görürler: Bu bir sohbet, sorgulama değil. Çocuklar kesinlikle sorgulandıkları hissine kapılmamalılar.
4. Bu kitapta en çok neyle karşılaştın?
Bu bir duygu da olabilir, başka bir şey de… Çocuklar, kitaptaki tekrarları çok güzel yakalıyorlar. Zavallı okulun pek çok görevi var, bu nedenle okulu çocukların kendi sorularını sordukları bir yere dönüştürmek gerekiyor.
- Okumayı sevdirmek için neler yapılabilir?
Asa Lind: Okuyan, yaklaşır çocuğa. İsveç’te meydanda, metroda kitap okuyan insanlar var. Çocukların bunu görmesi çok önemli. Elinizdeki dijital araçtan kitap okuyorsanız çocuk bunu böyle algılamaz, mutlaka yetişkinin elinde kitap görmesi gerekiyor. Çocuklarla karşılaştığınızda “Aaa, ne güzel elbisen var!” demek yerine “Ne güzel kitapların var.” demek ya da onlarla sahip oldukları kitaplar üzerinden sohbet etmek önemli.
İnsanlar kitap okumanın önemli olduğunu düşünüyorsa bunu aktif bir şekilde konuşmanın yolunu bulmalı. Biz İsveç’te genel olarak kütüphanelerin korunması için sokağa çıkıp mücadele ediyoruz. Bu mücadeleyi vermek gerekiyor.
- Çocuk edebiyatının çocuğun yetişkin olma yolculuğundaki etkileri ve önemi nedir?
Asa Lind: Hemen hemen her kitap alışıldık şeyler söylüyor. Barış iyidir, savaş kötüdür. Bunu okuyan insan “A öyleymiş!” deyip iyi bir insan olmuyor. Şu iyidir, bu iyidir diyen kitaplar işe yaramaz. Öyle olsaydı hepimiz çok iyi insanlar olurduk. Bir durumu anlatmak ve düşünmeye teşvik etmek, insanı bambaşka bir insan yapar.
Gerçekçi olmak gerekirse bize yakın olan insanlarla arkadaş oluruz. Peki biz arka tarafa nasıl geçeceğiz? Bunu gösteren kitaplar gelecek açısından işe yarar.
Değişen kültürü izlemek epeyce zor. Birinci olarak ben kendi yakın çevremdeki çocukları izliyorum. Çocuklarla ilgili yapılan araştırmaları takip ediyorum. En son okuduğum kitap, reklamın çocukları nasıl etkilediği üzerineydi. Gerçekten bu sektörde çocukları etkilemek için ciddi paralar harcanıyor.
Çocuk diyaloglarını oluşturmak yazar için önemli. Çocuk dilinin içine nasıl gireceğiz? Bu dilin dışında mı kalacağız? Değişik yazarlar farklı teknikler kullanıyorlar. Bununla birlikte 3-4 yıl içinde dil eskiyebiliyor. Büyüklere yazmak elbette daha kolay.
“NİTELİKLİ EDEBİYAT YAPABİLMEK”
- Çocuk Edebiyatının nitelik kazanması yönündeki engeller nasıl aşılabilir?
Asa Lind: En büyük engelin yazarın kendisi olduğunu düşünüyorum. Pazara müdahale edemem; ama bütün bunları bertaraf edebilecek güçte bir eser üretebilirim. Bu da bana bağlı: “İyi bir edebiyatla yenmek”
Bir şekilde kendini kabul ettirdiğin zaman yayıneviyle de kavga edebilecek gücün oluyor. Bu gücü olan insanlarla bir araya gelip mücadele etmek gerekiyor.
- Çocuk kitaplarını resimlemenin önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Asa Lind: Benim için metin ve resim eşit ağırlıklı. Kitabı bir tiyatro sahnesi gibi düşünürüm. Kitabı açtığında çocuk en önde oturuyor, perde iniyor ve sahne açılıyor.
Resim, o sahnenin duygu halini, atmosferini belirliyor. Metin, o sahnede sözü oluşturuyor; ama o sahne uygun bir sahne değilse metin kendini iletme güçlüğü çekiyor. Bazen bir metni yazdığımda her çizerin onu besteleyemediğini görüyorum. İkisi de birbiri olmadan olmuyor. Resim, sözü görünür hale getiriyor.
Kumkurdu’nu yazarken pek çok farklı çizerle çalıştım. Ben kitabımda Zackarina’nın nasıl olduğunu tanımlamıyorum, yani Zackarina’nın saç renginden veya boyundan bahsetmiyorum. Zackarina metinde yaptıkları ile var. Herkes kafasında kendine göre bir Zackarina çizebilir; ama çizere verdiğim zaman çizer, ortaya bir resim çıkarmak zorunda. Artık bir saç rengi olmalı. Resim ve metin birbirini bütünlediği kadar tam tersi olarak sınırlayabilir de. Çünkü çocuk, çizildiği andan itibaren o çocuktur ve artık başka bir çocuk olamaz. Bu nedenle tam tersi bir sonuç yaratmamak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Çizim, metnin ağırlığını yok edebilir, ya da metne değer katabilir.
- Çocuk kitaplarında, ölüm gibi zor temalar nasıl ele alınmalı?
Asa Lind: Zoru ve kolayı büyüklerin perspektifinden belirliyoruz, bunu unutmayalım. Ölümden bahsettiğimiz zaman kendi kaygılarımızla ölümü değerlendiriyoruz; ama insan 2-3 yaşında daha farklı düşünüyor. Onun için her gün gördüğü dedesinin birdenbire yok olması sorunu. Ölüm diye biz söylüyoruz.
Aslında biz kendimiz için çözüm bulamadığımız bizim için zor olan şeyleri onlar için zor ilan ediyoruz. İsveç’te ölüm hakkında çok kolay yazı yazılabilmesinin sebebi, insanların ölümü çok doğal bir şey olarak görmeleri. Sonuçta her şey yazılır, önemli olan bunun nasıl bir beceriyle yazıldığı.
Benim annem 90 yaşında vefat etti ve o öldüğünde torunum 3 yaşındaydı. Kilisede benim yanımda oturdu ve ağlamamama rağmen bana bir mendil uzattı. Benimle empati kurdu. Defin esnasında “Bu tabutun içinde ninem mi var?” diye sorduğunda hemen ablam, “Evet, ninen uyuyor.” dedi. Hemen bağırdım. Hayır, dedim. Uyumuyor, öldü. Öldüğü için gömüyoruz. Müdahale etmesem uyuyan insanları gömdüğümüzü düşünecekti. Sonraki günlerde kendini yorganın altına gömüp kendisiyle ilgili konuşma yapmamazı istedi ya da bizim üstümüze yorgan örtüyor ve kendisi bizim hakkımızda konuşuyordu. Böylece oyunlaştırarak süreci kendisi için normalleştirdi ve herhangi bir travma da yaşamadı.
- Yetişkinler çocukların kitap seçimine müdahale etmeli mi?
Asa Lind: Ben müdahale etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çocukken bana karıştıklarında çok üzülüyordum. Üstelik orada kütüphaneden seçiyorsun, kütüphanedeki kitapların hepsi kaliteli kitaplar. Yine de dünyada çok fazla tehlikeli şey var. Bunlar arasında en az tehlikeli olan kitaplar. O yüzden bırakın, onlar kendi yolunu bulur.
- Bir çeviri eserin başarısının yüzde kaçı yazara yüzde kaçı çevirmene ait oluyor?
Asa Lind: Korece’ye çevrilen bir kitabımın ne durumda olduğunu bilemem; ama Fransızca’ya çevrilen bir kitabımı gördüğümde bu kitabı hemen kaldırın, dedim; çünkü Zackarina’nın ismini “küçük kız” diye çevirmişlerdi. Zackarina’yı küçümsüyordu. Zackarina senin yukarıdan bakacağın, küçük tatlı bir kız değil. Böyle bir doğum olduğunda benim müdahale etme hakkım var.