“Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenleri sinirlendiriyorlar.”
“Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”
Bu sözler size çok tanıdık geldi öyle değil mi? Peki bu sözler sizce kaç yılında söylenmiş olabilir? Bu sorunun cevabını yazının sonunda vereceğim.
Hemen aşağı inip yazının sonuna bakmak yok ama!
Bir önceki yazımda öğretmenlerimizin Y ve Z kuşaklarının özelliklerini çok iyi bilmeleri gerektiğinden bahsetmiştim. Şimdi gelin bu konuyu biraz açalım.
Ben de bu kavramla geçen sene EÇEV’in (Ege Çağdaş Eğitim Vakfı) 8. Yaratıcı ve Yenilikçi Öğretmen Seminerinde tanıştım. Seminerdeki oturumlar arasında en çok ilgimi çeken, Yaşam Koçu Evrim Kuran’ın “kuşak teorisi”ni anlattığı konuşması oldu.
Aynı kuşaktakileri yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, tarihini, sosyal olaylarını, benzer sıkıntılarını ve kaderini paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü kişiler oluşturuyor.
Bu teoriye göre ben tipik bir X kuşağıyım. Evrim Kuran’ın 80’lerle ilgili seyrettirdiği videoya, yanımdakilerin ciddi bakışları altında en çok gülenlerden biri olunca bu gerçeği daha iyi idrak ettiğimi söyleyebilirim. Örovizyon şarkı yarışmasını ailece seyretmiş ve Türkiye’ye düşük puan veren ülkeleri ailece kınamışsanız, minti minti’ nin ne demek olduğunu biliyorsanız, hala betamax kasetleriniz ve tank gibi videonuz bir yerlerde duruyorsa, çiçek kız candy’ nin müziğindeki “watasiva kendiii” sözü hala aklınızdaysa, rahmetli Adile Naşit’in “kuzucuklarım” diye hitap ettiklerindenseniz siz de X kuşağındansınız demektir.
Annemle babam ise baby boomer kuşağından. Baby boomer ismi, ikinci dünya savaşı sonrasında Amerikan nüfusunun düşme eğilimi göstermesi sebebiyle Amerikan halkının binbir yoldan desteklemelerle çocuk yapmaya yönlendirilmesiyle ortaya çıkmış bir kuşak. 1946- 1964 yılları arasında doğanlar, baby boomer kuşağını oluşturuyor.
Aslına bakarsanız bu nesil en şanssız nesillerden biri; çünkü onlar hem anne ve babalarına hem de çocuklarına baktılar, şimdi de torunlarına bakıyorlar.
Geçenlerde bir tanıdığımız “Kayınvalidelerin baş tacı olduğu dönemde gelindim; gelinlerin baş tacı olduğu dönemde de kayınvalide oldum. Bendeki şansa bak!” diye bu durumu o kadar güzel ifade etti ki böyle çarpıcı bir gerçek karşında hem şaşırmaktan hem de gülmekten kendimizi alamadık.
Evrim Kuran’ın annesi ilkokul öğretmeniymiş. O zamanlar Ankara’da meşhur bir öğretmenmiş. Lakabı ise “kafada cetvel kıran öğretmen”. Yine de herkes çocuğunu onun sınıfına vermek için yarışırmış. Şu anda olsa, annem “cani öğretmen” diye gazetelere manşet olurdu diyerek aradaki zihniyet farklılıklarını gözler önüne seriyor.
Gerçekten de o zamanki eğitimde, “Eti senin kemiği benim” anlayışı hakim olduğu için bu tip olaylar sorgulanmazdı. Düşünüyorum da ilkokul yıllarım hep başkalarının yaptığı hatalar yüzünden sıra dayağı yiyerek geçti. Çoğu zaman suçluyu bile fark etmenize imkan kalmadan öğretmenin “Açın ellerinizi” komutuyla sorgusuz sualsiz ellerimizi açardık. Kimi arkadaşlarımız ellerini tam öğretmen vurduğu zaman çekecek olduklarında, öğretmen diğer eliyle arkadaşımızın elini tutar ve çok daha sert bir şekilde vururdu. Bu nedenle öğretmen vururken elini çekmek pek akıl kârı değildi. Üstelik cetvelle ele vurmanın daha can acıtıcı versiyonları da- parmak uçlarını birleştirip parmak uçlarına vurmak şeklinde- bu neslin öğretmenleri tarafından geliştirilmişti.
Sıra dayağı o yıllarda öylesine kanıksanan bir şeydi ki bir gün olsun annemin okula gelip haksız yere yediğim dayaklardan ötürü öğretmene serzenişte bulunduğunu hatırlamam. Belki de bunun sebebi o devirde birçok evde çocuk eğitiminde dayağın alışılagelmiş bir şey olmasıydı. Öğretmen de anne yarısı ya da baba yarısıydı, hem döver hem severdi.
Ben de öğretmenlerin baş tacı olduğu dönemde öğrenci, öğrencilerin baş tacı olduğu dönemde öğretmen oldum diye ağıt yakmaya başlarsam hiç şaşırmayın.
X kuşağı, 1965 ile 1979 yılları arasında doğanları; her şeyi sorgulayan ve ingilizce why (neden) kelimesinden türetilen y jenerasyonu 1980-2000 arası doğanları, Z kuşağı ise 2000 yılından itibaren doğanları ifade ediyor.
İlginç olan eskilerin “kuşak çatışması” deyip geçtiği şey, bugün bir iş kolu. Evrim Kuran şirketlere Y kuşağı insan kaynağı danışmanlığı yapıyor. Çünkü günümüzde yeni işe alınanların büyük çoğunluğunu bu kuşak oluşturuyor. Dolayısıyla üst düzey yöneticiler, Y kuşağına liderlik etmek için danışmanlık alıyorlar. Neden mi? Nedeni son derece açık. Çünkü şu anda Türkiye nüfusunun % 35’ini Y kuşağı oluşturuyor. 2025 yılına gelindiğinde % 40-60 arası Y kuşağı olacak.
Örneğin benim kuşağım için gizlilik, gizem ve sır önemliydi. Bizler günlük tutardık ya da beğendiğimiz şiir ve sözleri yazdığımız defterleri herkesten bucak bucak saklardık. Oraya yazılan şiirlerin ve sözlerin bizim gerçek duygularımızı ele vermesinden korkardık.
Facebook ise Y kuşağının bir eseri. Zaten dikkat ederseniz mucidi de Y kuşağından. Facebook’un şu an itibariyle 790 milyon üyesi var. Bu sayının 2012 yılının sonuna kadar 900 milyona yaklaşması tahmin ediliyor. Facebook’ta, Türkiye 31 milyon kullanıcı ile dünyada en çok kullanıcı sayısı olan 6. ülke konumunda. Şu anda hayatımızda dehşet bir transparanlık söz konusu. X kuşağı ve Baby Boomer kuşağı ise başlarda Facebook’a girmekte epeyce direndi; ama baktılar ki olmuyor onlar da kendilerini garip bir ifşa halinde buldular.
Y kuşağı ise daha sıradan bir şeyin peşinde. Yani bilgi paylaşılmıyor. Twiter bunun en büyük kanıtı. Ünlülerin “Sabah kalktım, dişimi fırçaladım” gibi bir yazısını milyonlarca kişinin takip etmesi bunun bir göstergesi.
Y’lerin sadakat duyguları az bu nedenle onların iş çok sık iş değiştirmelerine hatta iş görüşmesine ebeveynle gitmelerinin bile normal karşılanması gerekiyor. Eskiden anne ve babasıyla ya da eşiyle iş görüşmesine gidenlere özgüvensiz gözüyle bakılırdı; ancak bu kuşağın hem kendileri hem de ebeveynleri paylaşmayı çok sevdikleri için bu durumu garipsememek gerekiyor.
Y’lerin en önemli özelliklerinden biri de akran onayı, yani sıra arkadaşının, mesai arkadaşının, internetteki oyun arkadaşının önermediği ve onaylamadığı bir ürün ile Y’nin buluşması çok zor. Y’lerin diğer özellikleri ise şöyle sıralanabilir: Teknoloji hayatlarında pek çok şeyin simgesi. Narsist, bireyci ve girişimciler. Çalışmaktan hoşlanmıyor, eğlenceyi, kazanmayı çok seviyorlar. Otoriteye saldırgan davranıyorlar, tatminsizler, istekleri çok. Beklentileri yüksek ama bedelini ödemek istemiyorlar. Hızlı tüketiyorlar.
Günümüzdeki kurumlarda her üç kuşaktan da insan çalışıyor. Usta bir yöneticinin bu üç kuşağı ortak noktada buluşturması, üç nesli de çok iyi idare etmesi ve üçünün de olumlu taraflarını ortaya çıkarması gerekiyor. Örneğin baby boomer’ların çok değerli hikayeleri vardır. Y kuşağı bu hikayeleri dinlemekten hoşlanmaz ve sabırsız oldukları için karşıdaki kişinin hemen sadede gelmesini beklerler. X’ler bu konuda biraz daha sabırlıdırlar. Ancak bir kurumun kalıcılığında hikayelerin de yeri çok önemlidir. Doğru zamanda doğru yerde anlatıldığı takdirde, diğer kuşakların alması gereken önemli dersler vardır ve bu dersler alınmazsa yeniden yaşanmak zorunda kalınabilir ki bu da kurum için pahalıya mal olabilir.
Z kuşağı ise biz öğretmenlerin hem şimdi hem de yakın gelecekte en önemli hedef kitlesi konumunda.
Geçenlerde gazetede bir haber okudum. İngiltere’de 3 yaşındaki bir çocuk annesinin bilgisayarından bir araba satın almış. Oyuncak araba falan değil. Basbayağı 26 bin dolar değerinde bir araba. Daha sonra babanın satıcıyla konuşup durumu anlatmasıyla iş tatlıya bağlanmış. İşte bu çocuk, tipik bir Z kuşağı.
Gelecek tasarımcısı Ufuk Tarhan, Eğitimde İnovasyon Forumu’ndaki konuşmasında kendi yeğeniyle ilgili şöyle bir örnek vermişti. 1,5 yaşındaymış ve televizyondaki kanalı değiştirmek için eliyle ekran görüntüsünü sağa doğru kaydırmaya çalışıyormuş. Tıpkı son teknoloji ürünü telefonlarda olduğu gibi. Aynı zamanda inovatif bir zeka. Yakında elimizle kanalları değiştireceğimiz televizyonlar çıkacaktır. Belki de yerimizden kalkmak istemiyorsak elimizi oturduğumuz yerden havada sallamamız yetecek, televizyon hareketi algılayacaktır. Kim bilir?
Teknolojiyle hayatının ileri yaşlarında tanışmış Baby boomer ve nispeten X kuşağına mensup öğretmenlerin ise Z’lerle baş etmesi için bu hıza ayak uydurması gerekiyor.
Son olarak şunu söylemek istiyorum ki kuşak teorisi genellemeler üzerine kurulu dolayısıyla her kuşağın istisnaları var. Teknolojiyle alakası olmayan gençler olduğu gibi, ileri yaşlarında teknolojiyle tanışmış ve teknolojinin imkanlarından sonuna kadar yararlanan yetişkinler de var. Vizyondan yoksun gençler de emekliliğine çok az bir zaman kaldığı halde hala öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan yetişkinler de var. Buradan hareketle vizyon sahibi olmanın yaşla, kuşakla alakalı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Gelelim en baştaki alıntılara. Birincisi Aristoteles’e ait, M.Ö 350’de söylenmiş; ikinci ise M.Ö. 800’de yaşayan Heseiod’a ait. Bilmem yeni nesillerle ilgili önyargılarımızı yıkmak için başka söze gerek var mı?
Eskiye göre yeni her zaman berbattır! 🙂
Aysuncum, süper valla, daha geçen akşam arkadaşlarla bu konu üzerine kafa yoruyorduk, yeni nesil niye böyle diye 🙂
2000 yıldan beri değişen bir şey yok demek ki! X kuşağındanız ve Z kuşağı çocuklarımız sayesinde
-Y kuşağını atlayarak- 2000 sonrası doğan çocuklarımıza epey uyum sağladık.
Bizi aydınlattığın için teşekkürler.