Son günlerde bloğumu ihmal ettiğimi kabul ediyorum. Ne zaman ki “neden yazmadığıma dair” sitem telefonları gelmeye başladı, o zaman bu sessizliğe bir son vermem gerektiğini anladım.
Bazen insan karşı konulmaz bir paylaşma ihtiyacı içerisinde olabiliyor bazense iç sesiyle yalnız kalmak istiyor. İşte o iç ses “Onaylanmadan da var olabilirsin.” dedi bana bir süre önce. Bu sessizlik onun orucu.
Ne kadar başarılı oldum tartışılır, yine de farkına varmakla başlıyor her şey.
Peki neler mi yaptım bu süre zarfında? Kendi hayallerimden birini gerçekleştirdim ve güzel, anlamlı bir hayale ortak oldum.
Önce birincisini anlatayım:
Şubat tatilinde Ankara’da Yaratıcı Drama Eğitmenliği kursunun üçüncü aşamasını tamamladım. Hem keyifli hem de oldukça öğretici bir süreçti benim için. Öğretici olmasının altında yatan en önemli etken, dramayla ilgili almanız gereken bütün metodolojinin yine drama yöntemiyle verilmesi. Ankara’daki Çağdaş Drama Derneği gerek liderleriyle gerekse kursun işleyişiyle bunu o kadar profesyonel bir şekilde gerçekleştiriyor ki, eğitimin her anından büyük bir doyum sağlıyorsunuz.
8 gün boyunca sabahtan akşama kadar drama derneğinde olup bir hafta içinde teslim etmeniz gereken üç ödev ve bir grup sunumunuz olmasına rağmen süreç çok eğlenceli geçiyor.
Hepimizin taşıdığımız kimliklerin çokluğu ya da gücü altında ezildiğimiz olmuştur. İşte drama o uzun zamandır yüzünüze yapışan ve artık sizden ayırt edilemeyen maskeleri kapının dışında bırakmanızı sağlıyor. Kimliklerden kurtulunca hafifliyorsunuz. Çocuk oyunları oynuyorsunuz hep birlikte ve çocukluğun az kimlikli, yaşama sevinci dolu günlerine yeniden dönüyorsunuz. Nasıl göründüğünüzün, kim olduğunuzun, kaç yaşında olduğunuzun bir önemi yok. Biraz sonra ağzınızdan dökülecek olan cümleleri bilmiyorsunuz ama bundan hiç mi hiç endişeniz yok. Ne kadar spontan, ne kadar yaratıcı olabildiğinize şaşırmakla geçiyor çoğu dakikanız.
Ve bir öğretmen olarak öğrettiklerinizin kalıcı olması için drama yöntemini derslerde kullanmanın önemini bir kez daha anlıyorsunuz. Umarım öğretmenlerimiz, hiç değilse temel aşamayı alarak derslerinde bu yöntemi kullanmaya başlarlar ve derslerinin öğrenciler için ne kadar vazgeçilmez olduğunu bizzat gözlemleme şansına sahip olurlar.
Gelelim ortak olduğum hayale…
Hayatımda tanımaktan en büyük mutluluk duyduğum insanlardan birinin, yani Sevim Akalın’ın anılarını kitaplaştırmaya başladık bu süre zarfında. Sevim teyzecim bir ayı geçkin bir süre bizde kaldı ve bütün işlerimi askıya alarak onunla geçmişe kimi zaman keyifli, kimi zaman hüzünlü yolculuklar yaptık. Onun varlığıyla evimize gelen huzur, dinginlik, pozitif enerji de cabası.
Sevim teyzeye göre yaşam bir süreven ve hepimiz kendi serüvenimizin baş yazıcısıyız. Bu dünyadaki yaşam serüvenini tamamlamış pek çok gerçek insan öyküsü dinledim ondan. Bir kısmına kitapta yer verdik, bir kısmındaki trajedileri Sevim teyzenin hayatı daima iyi yerinden gören bakış açısıyla ve seçtiği kelimelerin özeniyle yumuşattık, bazı yaşam öyküleri ise yalnızca ikimizin arasında bir sır olarak kaldı.
Bir yandan eski insanlar daha büyük trajediler mi yaşamış diye sormadan edemedim kendime. Cevabım evet oldu. Nasıl olmasın? Sevim teyzenin anılarında bahsettiği insanların çoğu, yurtlarından istemeyerek göç etmek zorunda kalmış, savaş yıllarının yokluklarını, genç yaşta sevenleri birbirinden ayıran tedavisi olmayan hastalıkların dramını yaşamış.
Bir başkasının hayatına bakıp çıkarabileceğimiz dersler öylesine çok ki… Onların zaman çizgilerine yukarıdan bir gözle baktığınızda yaşamlarının seyrini değiştirecek olan olayları çok açık ve net görebiliyorsunuz; ama ne olursa olsun kimseyi yargılamamak gerekiyor. Çünkü hayatın seyrini istemeden de olsa başkaları da değiştirebiliyor. Onlarınkini ise bir başkaları. Bert Helinger’in aile dizimini hatırlatıyor bu bana.
Çoğu zaman zihnimizin içinde ya geçmişte ya da gelecekte yaşamaya devam ederiz. Anda kaldığımız süre öylesine sınırlıdır ki… Anda kalma süremizi artırabilmek için geçmişimizle olan hesabı kapatmış olmamız gerekir. Alacak verecek hesabını yaptıktan sonra alacağımız varsa bile helal etmek, isteyip de veremediklerimiz için özür dilemek, artık geçmişte kalan insanlara bize öğrettikleri için teşekkür etmek ve her şeye rağmen onları sevdiğimizi söylememiz gerekir.
Tıpkı Zero Limit kitabında Joe Vitale’in söylediği gibi:
“Özür dilerim.
Seni seviyorum.
Beni affet.
Teşekkür ederim.”
Bizleri geçmişin acılarından özgürleştirerek arınmamızı sağlayan bu dört mucizevi cümle Ho,oponopono adı verilen antik bir havai öğretisine ait.
Sevim teyzeyi andan alan bu yolculuğunda, bazı acılarla yeniden yüzleşmesini sağlarken ve ruh halinin nasıl da değiştiğini gözlemlerken kendimi suçlu hissettiğim zamanlar oldu; çünkü bazı olayları yazmak için onu açıkça zorladım. Bana kızmadığını ve içinde kalan olumsuz duyguların temizlenmesi için bir vesile olduğumu umuyorum.
Sevim teyzeyle bir sonraki randevumuz onun anılarının en güzel yıllarının geçtiği yerde, yani Büyükada’da. İnşallah orada kitabımıza son şeklini vereceğiz.
Bu yazıyı kitaptan bir cümle ile bitirmek istiyorum:
“İnsan yaşamı, göreceli kazanımlar ve kayıplarla uzar gider. Önemli olan varlığın değerini bilip onu kutsal bir emanet gibi yüreğinde taşımak, yokluğun gizeminden korkmayıp ona da saygı duymak. “
Sevim teyzecim iyi ki varsınız. Bana kattıklarınız ve birlikte geçirdiğimiz anlar için sonsuz teşekkürler. Sizi seviyorum.