Bugün sizlere insanların sürekli yaptığı ve bazı durumlarda gerçekten can sıkan bir alışkanlıktan söz edeceğim: Laf kesmek
Alışkanlık diyorum çünkü çoğu zaman insanlar bunu yaptıklarının farkında değil. İnsanlar diyorum ama bu yazıyı yazıyorum diye bu genellemenin içinde benim olmadığım sanılmasın. Hatta bizzat ben varım. İtiraf ediyorum ben bunlardan biriydim, hala da olabilirim.
Bunun kafama dank etmesini sağlayan olaya gelelim: Geçen sene teneffüste öğretmenler odasında birkaç öğretmen arkadaş sohbet ediyoruz. Derken benim lafa balıklama dalmamla birlikte, çok sevdiğim arkadaşım birden sustu ve gözleri doldu. Ne yaptığımı fark ettiğimde iş işten geçmişti. Derken zil çaldı ve biz sınıflarımıza gittik. O dersi nasıl işlediğimi hatırlamıyorum. Bir an önce zil çalsın, öğretmen arkadaşımın yanına gideyim ve ondan özür dileyim istiyordum. Zil çalar çalmaz onun sınıfının kapısında beklemeye başladım ve ona sarılarak bundan sonra daha dikkatli olacağımı ve bu olayın kulağıma küpe olduğunu söyleyerek özür diledim. O da bana dedi ki “Ama canım bir kere olmadı ki bu, sen bunu hep yapıyorsun.” Benim için son derece önemli bir geri bildirimdi bu. O zamandan sonra arada ufak tefek kaçaklar da olsa daha dikkatli davranmaya çalışıyorum. Canım arkadaşımın geribildirimi, benim bu konuda kendimi geliştirmem ve iyi bir dinleyici olmam konusunda tetikleyici oldu.
Bu lafını kesme olayının altında yatan pek çok sebep var: Bazen paylaşacak şeyin çok olması ve bunu paylaşmak için büyük bir heyecan duymak, bazen de -ki en kötüsü bu galiba –karşıdakinin söylediklerini önemsemeyip kendi söyleyeceklerini her şeyden önemli görmek. Bu ikinci grup elbette daha tehlikeli.
Özellikle sen bir şey anlatmaya başladığında “Sözünü unutma” diye araya girip kendi anlatmak istediğini çabucak anlatmaya başlayan ve lafı senin ağzına tıkan kişiler vardır ki onlarınki artık yüzsüzlük seviyesini aşmıştır. Sözümü unutmayayım mı? Tamam ben onu unutmamakla meşgulken senin sözünü kim dinleyecek peki? Aslında görüldüğü gibi tam bir iletişim karmaşasıdır ve çoğu zaman mücadeleyi bırakıp sözünü unutmayı tercih edersin. Karşı taraf mı? O zaten sana sözünü unutma dediğini çoktan unutmuştur bile. Ola ki aklına gelip de “Az önce sen ne diyecektin” derse. Şöyle bir derinden iç çekip: “Neyse…boşver.” dersin.
Güzel Türkçemizde “Lafını balla kesmek” diye de bir deyim vardır. “Sözünü unutma!”nın daha kabul edilebilir versiyonu budur. Bu deyim, küçük molalar için kullanılır. Örneğin sen ev sahibisindir, arkadaşın sana gelir ve heyecanla bir şeyler anlatmaya başlar, sen de bakarsın muhabbet uzun sürecek “Lafını balla kestim. Ne içersin?” diye sorarsın. Yani bu deyim küçük molaları ifade eder. Ben zaten konuşmayacağım, sen devam et, ben sadece bunu sorup aradan çıkacağım demektir ve karşı tarafta çok fazla strese sebep olmaz.
Aldığım öğrenci koçluğu eğitiminde öğrendiğim ve hayatıma çok şey katan şeylerden biri de “empatik dinleme” oldu. Yani bütün kalbiyle dinleme, karşındakini dinlerken, ona ne cevap vereceğini, o durumla ilgili kendi kafanda örnek bir hikaye olup olmadığını taramadan, “ben de” demeden, “bir yakınımda da aynen o durum var” demeden kalbiyle dinleme. Bu eğitimden sonra hem kendimin hem de muhatap olduğum insanların iletişim kusurlarını daha rahat görmeye başladım. Etrafımdaki insanlarda gözlemlediğim, canımı sıkan; ama adını koyamadığım şeylerin adını koymaya başladım.
Gerçek şu ki bütün insanlar önce anlaşılmak, sonra anlamak istiyor. Anlaşılmak ve anlamak dengesini iyi kurabildiğin insanların sohbetinden keyif alıyorsun, diğer durumda ise kendini kullanılmış gibi hissediyorsun. Diyorum ki birbirimizi daha çok dinleyelim. Birbirimizin lafını balla bile kesmeyelim.
Not: Bu yazıyı okuduğunda en çok gülümseyecek olan arkadaşım, iyi ki varsın, seni çok seviyorum.
Gerçekten de anlamaktan çok anlaşılmak olmuş zamanımızın insanlarının derdi. Koçluk eğitiminden zihnimize yerleşen “İnsanlar kişisel gelişimleri için konuşma eğitimleri alıyor ancak kaç kişi dinleme eğitimi alıyor” sözü ne kadar da doğru. Peki ya sözünü kesmeden sonuna kadar sabırla kendini ifade etmesini dinlediğiniz kişinin sözü bitip de sıra sizin kendinizi ifade etmenize geldiğinde, sabırla dinlediğiniz o kişi “bu konuyu kapatalım!!!” dediğinde yaşadığınız psikolojiye ne demeli? “Hey dur bakalım ben seni dinledim senin de beni sonuna kadar dinlemeni istiyorum” diyebiliyorsanız aferin derim ben, ama bu herkese söylenemiyor işte…
Bir kişi yanında çalışan birine “Beni dinlemiyorsun.” demiş bir dönem. Çalışan onu yanlış anlamış, beni dinlemiyorsun derken söylediklerimi yapmıyorsun demek istediğini zannetmiş. Halbuki kişinin kastettiği bu değilmiş. Dinlenmek… Yani anlaşılmak… Ne kadar gerekli aslında… Ama kalpten dinlenmek, kulaktan değil…
Sevgili Aysun, ne zamanki kalbimizle dinlemeye başladık, o zaman en yakınlarımızla olan iletişimlerimiz büyülü bir şekilde değişti. Bu değişimi ben en çok oğlumla yaşıyorum. Eskiden pek bir şey anlatmak istemeyen oğlum: “Anneciğim sana içimi dökmem lazım” diye yanıma gelince kocaman bir gülümseme kaplıyor yüzümü. Son zamanlarda yaptığımız en iyi şey galiba aldığımız bu eğitim oldu.