Çember oluyoruz. Temmuz ayında Ankara’da en sık yaptığım şey buydu: Çember olmak. Her biri Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş insanlarla, kız erkek, genç yaşlı demeden el ele tutuşup çember olmak. İyi de niye çember oluyorsunuz diyeceksiniz?
Çember oluyoruz; çünkü hepimiz birbirimize aynı mesafede olmak istiyoruz, merkeze aynı uzaklıkta, birbirimizden farkımız yok der gibi, makamları, mevkileri, egoları dışarıda bırakarak; kalbimizle dinleyerek birbirimizi.
Çember oluyoruz; çünkü içimizdeki çocuk en çok bunu yapmayı seviyor.Yani oyun oynamayı. Oynadıkça anlıyoruz ki ne zaman ki oyun oynamayı bırakmışız o zaman içimizdeki çocuğun sesini duymaz olmuşuz.
Çember oluyoruz ; çünkü yaşam döngümüz böyle. En çok başkalarında görüyoruz kendimizi. Dönüp sana geldiğinde söz, söylediklerimiz düşündüklerimizin çok ötesinde oluyor ve her defasında şaşırıyoruz en çok kendimiz.
Maskeler yapıyoruz birbirimize, bazen sayılı sözcükle bazen hiç sözcükle anlatabiliyoruz duygularımızı. Dışarıdan nasıl göründüğümüzü umarsamıyoruz hiç. Müzede bir görme engelli oluyoruz bazen, tarihi kilimlerdeki öykülerin izini sürüyoruz hep birlikte. Kalıplaşmış ritüelleri değiştiriyoruz . Zamanda yolculuk yapıyoruz. Spontan olmayı öğreniyoruz, en çok da kendimize güvenmeyi. Gülmekten karnımıza ağrılar girdiğinde anlıyoruz gülmenin en güzel terapi olduğunu.
Yaratıcı drama böyle bir şey işte. Üstelik hipnotik bir yanı var. Yeniden çocukluğuna döndürüyor insanı. Kendini keşfediyorsun, şimdiye kadar baskıladığın yönlerini, çekingenliğini soyunup atıyorsun üzerinden. Silkiniyorsun, kendine geliyorsun. Birincilik kürsüsüne çıkıp hedefe ulaşmanın verdiği mutluluğu deneyimliyorsun.
Gelelim Ankara mızıkacılarına. Grubumuzun adını, ilk gün kendini profesyonel drama öğrencisi olarak tanıtıp hepimizi gülümseten sevgili Meltem koymuştu. Facebookta grubumuzu kuran ve paylaşımlarımızın devam etmesini sağlayan da odur.
Dramanın ikinci aşamasına başlarken hiç kimseyi tanımadığım için tedirgindim. 8 gün sabahtan akşama kadar birlikte olduğum arkadaşlarımla öyle yoğun paylaşımlarla bulunduk ki sanki hepsini yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim. Hepsi bana çok şey kattı. Bana yaşattığınız her şey için sizlere minnettarım.
Değerli bilim uzmanlarımız, Songül Başbuğ, Murtaza Aykaç, sevgili raportörümüz Esra Boztaş alana hakimiyetleriyle, paylaşımcı yönleriyle drama disiplinini içselleştirmemize çok büyük katkı sağladılar. Buradan onlara da saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Shakespear’in deyişiyle bütün dünya oyun sahnesi ve her birimiz birer oyuncuyuz.
Birbirimizin oyununda bir kez daha rol almak dileğiyle…
Canım, eline gönlüne diline sağlık.Duygularımıza tercuman olmuşsun. Ben kaybettiğim çocuk ruhumu bulmak üzere bu yola çıktım, umarım hala oradadır. Senin söylediğn gibi “….. ne zaman ki oyun oynamayı bırakmışız o zaman içimizdeki çocuğun sesini duymaz olmuşuz.”
İçimizdeki çocuğun sesi hep bizimle olsun.
Teşekkürler Nuraycığım. İnşallah yine görüşürüz. Ben artık yazılarımla buradayım. Paylaşımlarımızın sürmesi dileğiyle…