2017 yılında başka bir eğitim platformunda yayınlanan yazımın yeniden gözden geçirilecek güncellenmiş halidir.
Denizli’de ilkokul ve ortaokul seviyelerinde eğitim koordinatörlüğü yaparken lise birimine de destek vermem istenmişti. İşe dersleri gözlemleyerek başladım. Öğretmenlere, öğrencilere ve velilere yönelik yaptığımız anketlerin ardından ağustos ayındaki seminer dönemi için bir dizi eğitim tasarladım.
Lise öğretmenleriyle çalışmamız, benim kendilerine destek verip veremeyeceğim, başlarına ne gibi işler açacağım gibi endişelerle başladı. Bu bazen sesli, bazen sessiz direnişin kırılma noktası, eğitimin üçüncü gününde gerçekleşti.
İlk olarak İngiltere’de yapılan ve sonrasında da Türkiye’de tekrarlanan bir araştırmada, öğrencilere “Sınıfta en çok yaptıkları üç etkinlik” ve “En çok tercih ettikleri öğrenme yolları” sorulmuş. Tahmin edildiği üzere sınıfta sürekli tekrarlanan etkinliklerle öğrenme yolları arasında bir uçurum var. Keza Türkiye’deki sonuçlar da İngiltere’dekinden çok farklı değil.
Ben de bu araştırmadan esinlenerek lise öğretmenlerine aynı soruları yönelttim:
Öğretmenlere sorduğum ilk soru şuydu: “Öğrencilerinizin derste en çok yaptıkları aktiviteler neler?”
İkincisi ise “Kendileri bir öğretmen olarak nasıl öğreniyorlar?”
Tahtayı ikiye böldük ve gelen cevapları önceliklendirerek yazdık. Yazmayı bitirdiğimizde ortaya çıkan tabloya uzun uzun ve biraz da üzülerek baktık:
Arkasından itiraflar gelmeye başladı: “Yeni yöntem ve tekniklere ihtiyacımız var”, “Çocuklara farkında olmadan eziyet ediyoruz” , “Öğrenmenin sorumluğunu öğrencilere vermeliyiz.”…
Sınıfta uyuyan öğrencilere kızmayın!
Başka bir araştırmada bir hafta boyunca öğrencilerin beyin aktiviteleri incelenmiş ve sonuçta aşağıdaki gibi bir grafik ortaya çıkmış:
Öğrencilerin beyin aktivitelerinin, sınıfta oldukları süre boyunca neredeyse düz çizgilerle devam etmesi, üstelik uyku esnasında sınıfta olduğundan daha fazla aktivite gösteriyor olmaları, sınıfta uyuyan öğrencilere bakış açınızı eminim ki değiştirecek.
Bir başka önemli faktör de öğrencilerin sınav esnasında, kendi başlarına ders çalışırken ya da laboratuarda grup çalışması yaparken beyin aktivitelerinin daha fazla olması.
Zihinsel Meşguliyet
Bir ders planını incelediğinizde ya da bir sınıfın camından içeri baktığınızda, o sınıfta zihinsel meşguliyet olup olmadığını çok rahatlıkla anlayabilirsiniz. Biz öğretmenler, yıllardır aynı konuyu anlata anlata neredeyse çift yol haline gelmiş nöral yollarımızda tek elimizle araba kullanırken çocukların yeni nöral yollar oluşturmalarına nedense izin vermiyoruz. Meşgul olması gereken öğrencinin beyni iken bizde genelde meşgul olan öğretmenin beyni.
Öğretmenler, sınavda çıkacak şu konuyu da anlatayım, iki soru fazla çözeyim, aynı zamanda sınıftan da hiç ses çıkmasın ki rahat rahat ders anlatayım düşüncesiyle o derece meşguller ki öğrencilerin beyninde neler olup bittiğinin farkında değiller. Yukarıdaki grafik bir kalp elektrosu olsaydı ders esnasında hastayı çoktan kaybetmiştik.
Peki öğrencilerin derste zihinsel meşguliyetlerini artırmak için ne yapmalıyız? Öncelikle eğitimciler olarak bir dersi planlarken kendimize doğru soruları sormalıyız.
Marzano’nun öğrenmenin sanatı ve bilimi tasarım soruları bu konuda bize gerçek anlamda yol gösteriyor:
* Öğrencilerin yeni bilgiyle etkin olarak etkileşime girmelerine yardım etmek için ne yapabilirim?
* Öğrencilerin yeni bilgiyi anlamalarını derinleştirmeleri ve alıştırma yapmalarına yardım etmek için ne yapabilirim?
* Öğrencilerin yeni bilgi hakkında hipotezler oluşturmaları ve test etmelerine yardım etmek için ne yapabilirim?
Özelikle bu sorulara vereceğimiz cevaplar, öğrencilerin öğretmenden daha aktif olduğu ve öğretmenin kolaylaştırıcı rolüne büründüğü sınıfların oluşturulmasına olanak veriyor. Kabul ediyorum, kolaylaştırıcı olmak öğretici olmaktan daha fazla hazırlık isteyen bir süreç. Üstelik kolaylaştırıcı olmak, yönetmenin ötesinde liderlik becerileri de istiyor.
Tüm bunlar, üzerimizde bu kadar müfredat baskısı varken nasıl mümkün olabilir, diye sorabilirsiniz. “Sistem değişmeme izin vermediği için değişemem” anlayışı bizim kafamızda kendi kendimize koyduğumuz bir sınır. Bu sınırların dışında da bir dünya var. Amacımız, standart testlerde başarı kazanmayı nihai hedef haline getirmiş öğretmenleri, öğrencileri ve velileri mümkün olduğu kadar dengeye çekebilmek. Vurguyu içerik ve öğretmenden “bağlam”a kaydırabilmek.
2021 YKS’de 40 soruluk Matematik testinde adayların Temel Yeterlilik Testi’nde (TYT) ortalamaları 5.1, Alan Yeterlilik Testi’nde (AYT) ortalamaları ise 5.2. Anlaşılacağı üzere büyük resim, bize bir şeyleri yanlış yaptığımızı söylüyor.
Bu da bizim yolculuğumuzu daha da zorlaştırıyor. Öyleyse basitleştirelim:
- Derste aralıksız olarak sadece sekiz dakika konuşun!
İnsanın dikkat süresi, yeni uyarılar ile karşılaşmadığında on dakikadır. On dakikadan sonra beyin kendi çağrışım dünyasında dolaşmaya başlar. Yani konuşma tek taraflı ve çok hareketli değilse öğrencileri transa göndermek an meselesidir. Bunu engelleyebilmek için hetogoji konusunda uzmanlaşmış olan Psikolog Dr. Stewart Hase’in tavsiyesi, sekiz dakika kuralı. Şöyle ki: Aralıksız olarak sadece sekiz dakika konuşun ve ardından öğrencilerin bir şeyler yapmasını sağlayın. Bırakın derslerinizde öğrenciler sizden daha fazla konuşsun.
- Öğrencilerin doğal meraklarını yeniden canlandırın!
Çocuklar, inanılmaz bir öğrenme potansiyeliyle dünyaya gelirler, araştırırlar, gözlemlerler, hipotezleri test ederler ama okul, müfredat üzerindeki vurgudan dolayı bu doğal merakı kesintiye uğratır.
Öğretmenler olarak eğitim ve öğretimi, bu doğal eğilimin yeniden canlanması yönünde kurguladığınızda yüksek motivasyonun kendiliğinden oluştuğunu göreceksiniz.
- Cevaplardan çok sorulara değer verin!
Cevapları bilmek okulda onlara yardımcı olabilir; ancak nasıl soru sorulacağını bilmek yaşam için onlara yardımcı olacaktır.
Warren Berger
Ortaokulda ya da lisede öğretmen konuyu işledikten sonra öğrencilere dönüp “Sorusu olan var mı?” der. Genelde sınıftan pek ses çıkmaz. Derken bir kişi elini kaldırır, öğretmen olarak öğrenciye dikkat kesilirsiniz. Soru şudur: “Bu sınavda çıkacak mı?”
Defalarca duymuş olduğumuz bu soru, aynı zamanda bir şeyleri yanlış yapmakta olduğumuzun da bir göstergesidir. Öğrenciler, öğrendiklerinin neden önemli olduğunu anlandıkları zaman entellektüel merak geliştirebilirler. Elbette bu da dersin sonunda değil en başında öğretmen tarafından sağlanması gerekir. Bu, aynı zamanda “Neden ders planı yapıyoruz ya da yapmak zorundayız?” sorusunun cevabıdır.
Üst sınıflarda öğretmenler bir konuyu yüzlerce kez anlattıkları için ders planı yapmanın zaman kaybı olduğunu düşünürler. Oysa ki öğretmen dersini anlatmadan önce öğretimiyle ilgili derin düşünmediğinde öğrencinin dikkati, merakı, motivasyonu, potansiyeli kaybolur ve bunlardan daha büyük bir kayıp yoktur kanımca. Karşınızda ölü taklidi yapan öğrencilerle dolu bir sınıfa ders anlatmanın öğretmende yaratacağı enerji kaybından söz etmiyorum bile.
Kendini geliştirmek kendini feda etmekten daha yüce bir görevdir.
E. Stanton
Bu nedenle öğretmenler olarak guru rolünden sıyrılıp kılavuz olmanın yeni yollarını aramalıyız. “Anlattım, anlattım anlamadılar!” diye yakınmaktan vazgeçip kendimize meydan okumalıyız.
Sonuç olarak öğrenciler, öğrenme ortamlarında kendilerini güvende hissettiklerinde, ne öğrendiklerini bildiklerinde ve öğrendiklerinin neden önemli olduğunu anladıklarında, uygulama fırsatına sahip olduklarında, daha çok soru sormaya başladıklarında, çalışmaları hakkında net geribildirim aldıklarında ve meşgul olduklarında (zihinsel meşguliyet) etkili bir şekilde öğrenirler.
Öğrenci katılımını çemberin merkezine alan bu temel ilkelere dikkat ettiğinizde karşınızda sırasında uyuyan değil, capcanlı gözlerle sizinle ve arkadaşlarıyla etkileşim içinde olan öğrenciler göreceksiniz. Unutmayın, gerçek katılım, her zaman daha derin öğrenmeye ve daha iyi sonuçlara yol açar.
Aysun Yağcı
Kaynak:
http://joi.ito.com/weblog/2012/04/30/a-week-of-a-stu.html
Kayhan Karlı, “Dijital Bilgelik Çağı İçin Öğrenme Yoldaşlığı”, Lead Turkey