2020 Ocak ayında Antalya’da Özel Okullar Birliği tarafından düzenlenen Eğitimde Yeni Akımlar Sempozyumunda etkilendiğim konuşmacılardan biri de Cengiz Ultav olmuştu ve onun konuşmasından önemli bulduğum başlıkları daha önce kaleme almıştım. Kıyamet alametleri tadında dinlediğimiz bu söyleşinin üzerinden bir iki ay geçti geçmedi pandemiyle birlikte eğitim sektöründe tüm ezberlerimizin alt üst olduğu öyle büyük bir savrulma yaşadık ki beklenen büyük kırılma bu olsa gerek diye düşünmekten kendimi alamadım.
“Belli değil” bir anda en çok kullandığımız söz olmaya başladı. Bir süre sonra belirsizlikle dansımız öyle bir hal aldı ki o belirsizliğin içinde kısa süreli yeni konfor alanları yaratmayı bile başardık.
Yeniliği acilen benimsemek dışında bize şans bırakmayan bu ortam, belirsizliğe toleransımızı artırdıkça yaratıcı kaslarımız da hiç olmadığı kadar çalışmaya başladı. Öncelikle öğrencileri gün boyu dijital ortama maruz bırakmamak için ders saatlerini ve sürelerini yeniden gözden geçirmemiz gerekti. Bu da bizim “Öğrenmeye ve öğretmeye değer olan şey ne?” sorusunu daha çok sormamızı sağladı. Senkron, asenkron, harmanlanmış öğrenme, hibrit öğrenme derken canlı bir scamper oyununun içine düşmüş gibiydik ve biri bize bundan iki yıl önce aklımıza hayalimize gelmeyecek soruları arka arkaya sormaya devam ediyordu:
* Bütün öğrenciler ve öğretmenler okula gelmek için evden çıkamasa ne yaparsın?
* Haftalık 40 saatlik program, 20 saate indirilse hangi derslere kaç saat yer verirsin, neden?
* Dijital ortam için sınıf kuralları belirleyecek olsan en önemli üç kural ne olurdu?
* Bir sınıfta aynı anda en fazla 15 öğrenci bulunabilse ve öğrencilerin bir kısmı evden derse bağlansa, elindeki öğretmen sayısını dikkate alarak nasıl bir ders programı yaparsın?
…..
Eminim bunlar gibi yüzlerce soru ve geliştirdiğiniz ekstra yaratıcı çözümler bir bir gözünüzün önüne gelmiştir. Tüm bu süreçten, daha yaratıcı ve daha esnek çıktığımız bir gerçek. Yine de hayat normalleşmeye başladıkça eğitimde de eski normalimize dönmemizden endişelenmiyor değilim. Bunu engellemek için kendimize benzer soruları sormaya devam etmeliyiz.
Bugünkü sorumuz: Neden Okullarda Her Zamankinden Fazla Yaratıcılık Öğretmeye Odaklanmalıyız?
1968’de George Land, Head Start programına kayıtlı yaşları 3 ila 5 arasında değişen 1.600 çocuğun yaratıcılığını test etmek için bir araştırma yaptı. Bu, yenilikçi mühendisler ve bilim adamlarının seçilmesine yardımcı olmak için NASA için tasarladığı yaratıcılık testinin aynısıydı. Değerlendirme o kadar işe yaradı ki, bunu çocuklar üzerinde denemeye karar verdi. Aynı çocukları 10 yaşında ve tekrar 15 yaşında tekrar test etti. Sonuçlar şaşırtıcıydı.
5 yaşındakiler arasındaki test sonuçları: %98
10 yaşındakiler arasındaki test sonuçları: %30
15 yaşındakiler arasındaki test sonuçları: %12
280.000 yetişkine verilen aynı test: %2
https://www.creativityatwork.com/can-creativity-be-taught/
Land’in de tespit ettiği gibi yaratıcı olmayan davranışları öğretmekte üstümüze yok. Buna rağmen her zamankinden çok yaratıcı düşünmeyi öğrenmemiz ve öğretmemiz gerekiyor.
Aşağıdaki tabloda Dünya Ekonomik Forumu’nun İşlerin Geleceği raporunda gençlerden beklenen niteliklerin yıl yıl nasıl değiştiğini göreceksiniz.
2015 BECERİLERİ | 2020 BECERİLERİ | 2025 BECERİLERİ |
Karmaşık Problem Çözümü | Karmaşık Problem Çözümü | Analitik Düşünce ve Yenilik |
İşbirliği | Eleştirel Düşünce | Aktif Öğrenme ve öğrenme stratejileri |
İnsan Yönetimi | Yaratıcılık | Karmaşık Problem Çözme |
Eleştirel Düşünce | İnsan Yönetimi | Eleştirel Düşünme ve analiz |
Müzakere | İşbirliği | Esneklik ve stres toleransı |
Kalite Kontrolü | Duygusal Zeka | Yaratıcılık, özgünlük ve inisiyatif |
Hizmet Odaklılık | Muhakeme ve Karar Verme | Liderlik ve sosyal etki |
Muhakeme ve karar verme | Hizmet Odaklılık | Akıl yürütme, problem çözme ve fikir oluşturma |
Aktif Dinleme | Müzakere | Duygusal Zeka |
Yaratıcılık | Bilişsel Esnekli | Teknoloji Tasarımı ve Programlama |
2015 yılında yaratıcılık 10. sıradayken 2020’de üçüncü sıraya yükseliyor. 2025’te yaratıcılık iki sıra gerilemiş gibi görünse de 2025’te beklenen niteliklerin çoğunun “fikir üretme, yenilik, problem çözme, esneklik” yaratıcılıkla bağlantılı olduğunu görüyoruz. Aktif öğrenme ve öğrenme stratejilerinin ön plana çıkmasında ise kuşkusuz pandeminin etkisi çok büyük.
2015 yılında Eğitimci John Moravec, Öğrenmeyi Dönüştürmek Manifesto 15’te “Ölçtüğümüz şeye değer vermeyelim, değer verdiğimiz şeyi ölçelim.” derken test etme konusundaki takıntımız nedeniyle, PISA sınavları ile OECD’nin bir şekilde “dünyanın eğitim bakanlığı” olmasına izin verdiğimizden yakınmaktaydı.
Bu eleştiri karşılık bulmuş olmalı ki PİSA 2022’de ilk defa yaratıcı düşünme ölçülecek.
PISA Yaratıcı Düşünme Değerlendirmesi, öğrencilerin çeşitli bağlamlar veya ‘alanlar’ genelinde orijinal fikirler üretme, fikirleri değerlendirme ve iyileştirme kapasitelerini inceleyecek. Değerlendirme yazılı anlatım, görsel anlatım, sosyal problem çözme ve bilimsel problem çözme olmak üzere dört alanı içerecek. Bu alanların her birinde, öğrenciler tek bir doğru yanıtı olmayan açık görevlerle meşgul olacaklar ve geleneksel olmayan bir yanıt üretmeye çalışacaklar.
PİSA 2022’nin getirdiği en önemli yeniliklerden biri, ilk defa bazı sorularda öğrenciler yazılı bir cevap vermek ya da doğru yanıtı seçmek yerine görsel bir ürün tasarlayacak olmaları. Örneğin görsel anlatım alanında öğrencilerin yerel bir yemek festivali için festival organizatörlerinin dikkate alması için birbirinden benzersiz üç logo tasarlamaları, logoları tasarlarken kendilerine verilen basit çizim araçlarını kullanmaları ve logoda neyi hedeflediklerini yazılı olarak anlatmaları gerekiyor.
PİSA 2022’nin yaratıcı düşünme değerlendirmesi yalnızca seçilen pilot ülkelerde uygulanacak olup henüz Türkiye bu ülkeler arasında yer almıyor. Muhtemelen bir sonraki değerlendirmeye biz de dahil olabiliriz. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye ve örnek sorulara https://www.oecd.org/pisa/innovation/creative-thinking linkinden ulaşabilirsiniz
Peki Biz Ne Yapalım?
Yıllar sonra yapılacak yaratıcı düşünme değerlendirmesinin sonuçları geldiğinde twitterda “Şaşırdık mı, hayır!” diyerek verileri paylaşan felaket tellallarından olmamak için bugün ne yapalım?
Bir öğretmen olarak çocukların yaratıcılıklarını doğal olarak besleyen rol model bir öğretmenseniz öğrencileriniz gerçekten şanslılar. Bunun yanı sıra eminim ki pek çok yaratıcı düşünme stratejisini de – scamper, raft, beyin fırtınası, altı şapkalı düşünme, yes no po, zihin haritası, kelime ilişkilendirme, görselleştirme – derslerinizde kullanıyorsunuz. Yine de yaratıcılığın gelişmesi için Ken Robinson’un da söylediği gibi onu yaygınlaştıracak ve güçlendirecek sistematik bir stratejiye ihtiyaç var. Aksi takdirde bu tür çalışmalar öğretmen ya da okul özelinde kalmaktan öteye geçemiyor.
Edward De Bono, bir soruya üç olası cevabımız olduğunu söyler: evet, hayır ve “po”. Po olasılıktır, yaratıcı süreçtir. Yaratıcılık, “Ya durum böyle olsaydı?” der. Sorunlarımızı soru şeklinde ifade etmeye başladığımızda soruların içinde cevabı da barındırdığını göreceksiniz. Sorular cevaptır.
Okulumuzda kendi yaratıcı düşünme programımızı oluşturabilir miyiz? Neden olmasın? Bir sonraki yazımda, bunu nasıl gerçekleştirebileceğinizi ve yararlanabileceğiniz kaynakları paylaşacağım.
Aysun Yağcı
“Yaratıcılığın Bileşenleri” ne http://www.guneslibirgun.com/yaraticiligin-bilesenleri/ linkinden ulaşabilirsiniz.