Türkiye Özel Okullar Birliğinin bu yıl on dokuzuncusunu düzenlediği Eğitim Sempozyumu “Eğitimde Yeni Akımlar” temasıyla Antalya’da gerçekleşti.
Sempozyumda “Eğitimde Yeni Akımlar” başlığı altında yapay zeka, farklılaştırılmış öğretim ve finansal sürdürülebilirlik konuları ele alındı. Pek çok değerli eğitimciyle bizleri buluşturan sempozyum, her zaman olduğu gibi birbirinden farklı bakış açılarıyla, yüzümüze tokat gibi çarpan gerçeklerle, neyi neden yaptığımızı sorgulamakla, karamsar olmakla ümitvar olmak arasındaki gelgitlerle, geçmişle gelecek arasında yolculuklarla ve dönüp dolaşıp özümüzü hatırlamakla geçti.
Bu yazıda sempozyumda dinlediğim altı farklı sunumu ilişkilendirmeye ve Cengiz Ultav, Prof. Dr. Sinan Canan, Doç. Dr. Sertel Altun, Prof. Dr. Selçuk Özdemir, Prof. Dr. Soner Yıldırım ve Prof. Dr. Ziya Selçuk’un sunumundan yapacağım alıntılarla bende kalanları özetlemeye çalışacağım.
Bakalım birleştirici zihnim neleri, nasıl birleştirmiş?
Benim için en ufuk açıcı sunumlardan biri, Vestel Ventures Yönetim Kurulu üyesi Cengiz Ultav’ın sunumuydu. Yaklaşan Kırılma’dan bahseden Cengiz Ultav, şu anda içinde bulunduğumuz belirsizlik ve kaos ortamının bu kırılmanın en büyük belirtilerinden biri olduğunu söyledi.
Kırılmayı, büyük ve küçük olarak ikiye ayıran Ultav, küçük kırılmaların her zaman her yerde yaşandığını, büyük kırılmaların ise yaklaşık 100 yılda bir olduğunu söyleyerek insanlık tarihindeki önemli kırılmaları şöyle sıraladı:
- Aydınlanma
- Emperyalizm
- Endüstriyelleşme
- Kapitalizm
- Dijitalleşme
- ……………
Peki yaklaşan kırılma ne ve belirtileri neler?
- Yok olan konfor alanı
- Artan kaos ve belirsizlik
- Değişen konvensiyon ve hipotezler
- Teste tabi yeni paradigmalar
- Artan korku, tutku, cesaret
- Çöken kule ve duvarlar
- Yatay ağ yapıları ve kolektivizm
- Toplum ve onu destekleyen ekolojik dengenin yitirilmesi
- Kaynakların yetersiz kalacağı büyüme ve tüketme
- Yapılabildiği kadar kandırmaca
Eğitim sektörü ve özel sektör açısından bakacak olursak bu alametlerin çoğunu gösterdiğimiz aşikar. Yine de bir hastanın doktora gidip de doktorun “Olur öyle belirtiler, normaldir.” dediğinde rahatlaması gibi bir rahatlık da hissetmedik değil.
Biz ne kadar dirensek de 300 yıllık okulculuk modeli can çekişiyor. Okulların duvarları çoktandır yıkıldı. Açılan yüzlerce yeni okul ve rekabet ortamı iş yapma şekillerimizi kökünden değiştirdi. Artan korku ve gelecek endişesiyle birlikte veliler her zamankinden daha fazla talepkâr olmaya başladılar. Bu yüzden anaokulu kaydı yaparken lise ve üniversite yerleşim oranlarından bahsederken bulduk kendimizi. Soner Yıldırım bunu “Hiç bu kadar aile eğitiminin gerektiği bir dönem olmamıştı.” diyerek çok güzel özetledi. Eğitimde araç zengini olup amaç fakiri olan moda yaklaşımlar kandırmacayı beraberinde getirdi. Eğitimciler için konfor alanından bahsetmek ise neredeyse bir hayal…. Tüm bunlar, içinde bulunduğumuz kaos ve belirsizlik ortamının bir sonucu ve yaklaşan kırılmanın da habercileri.
Bu tip kaos dönemlerinde “dayanıklılık” ın çok önemli olduğunu söyleyen Ultav, genç insanlara koosun yönetmenin yöntemleri olduğu bilgisini vermemiz gerektiğinden bahsederek aşağıdaki çözümleri sundu:
- Yeni neslin değerlerini anlamak… Gücün kulelerden değil, dalgayla yanındakine aktarıldığının farkında olmak, aşağıdan yukarıya gelen mesajları doğru yorumlamak, hiyerarşinin gittikçe azaldığının farkında olmak ve egoyu yönetebilmek
- Belirsizlik ve kaos ortamında ilerleyebilmek için çözümlerden ikincisi, içiçelik, döngüsellik ve dayanıklılık. Bu bize “uyum” u getiriyor.
- Bilimselliğin yaratacağı katma değeri kullanmak…
Cengiz Ultav’ın bilimin yaratacağı katma değerin ne olduğunu daha iyi anlayabilmemiz için verdiği iki örnekle devam edelim:
Biyokimyacı iki Türk genci, en hafif ve en sağlam olan maddenin arayışında kabuklu deniz canlılarını araştırmışlar ve kabuklu deniz canlılarının kabuklarındaki proteinleri alarak fermantasyon havuzlarında virüsleri bakterilere enjekte ederek çoğaltmayı başarmışlar.
Yine fizikçi iki genç, atomaltı parçacıkları arasındaki boşluktan yararlanarak yaz-kış dışarı ve içeri arasında 6 derecelik sıcaklık farkı yaratan dış cephe boyasını geliştirmişler.
Bu örneklerde görüldüğü gibi bilim, çok hızlı bir şekilde devinim gösteriyor ve doğayı anlamamız konusunda bize yardımcı oluyor. Konuşmasında tabiatın bize verdiği formülasyonları keşfetmenin önemine vurgu yapan Ultav, bunun için çok hızlı bir şekilde gençlerimizi bilimle kucaklaştırmamız gerektiğini söyledi. Gençlerin sorgulamalarına, tartışmalarına ve deney yapmalarına izin verdikleri ölçüde toplumların ileri gidebileceğini söyleyen Ultav, enerjinin, bilginin, ekonominin malzemenin döngüselliğinin çok önemli olduğunu ve bu döngüselliğin öğretilebilmesi için üniversiteden önce ortaokul-lise döneminde bu kavramlarla gençlerimizi tanıştırmamız gerektiğinin üzerinde durdu.
Sinan Canan’ın konuşması da Cengiz Ultav’ı doğrular nitelikteydi. Canan, kaosun ana işletim sistemimiz olduğunu “kaosla dans etmek” için de hiç eskimeyen öğretmen olan tabiate daha yakından bakmamız ve bunun için de insanların fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğini vurguladı.
Sinan Canan’a göre insanın 5 fabrika ayarı:
- Az yemek
- Hareket etmek
- Stresten uzak durmak
- Sosyalleşmek (ama sosyal medyada değil)
- Sınırlarını zorlayıp aşmak
İnsanın bir ayarı olduğunu ve teknolojinin bunu bozduğuna değinen Sinan Canan, en iyi teknolojinin insanla arana girmeyecek olan teknoloji olduğunu, teknolojiyi arzu nesnesi olmaktan çıkarmazsak teknolojinin kölesi olmaktan kurtulamayacağımızı dile getirdi.
Selçuk Özdemir ise sunumunda insanlık tarihi içerisinde emeğin dönüşümünden bahsetti. İnsanlık tarihinde insanların ihtiyaçlarının kadim, o ihtiyaçları giderdikleri araçların moda olduğunu belirten Özdemir, teknolojiyi baş tacı etmenin de ondan küçümseyerek de bahsetmenin bir sıkıntı olduğunu, emekteki dönüşümün getirdiği bilgi ve becerileri çocuklarımıza kazandırmakla yükümlü olduğumuzu vurguladı.
Özdemir, sanayi toplumu öncesi insanların hem beyinleri, hem elleri birlikte çalışıyordu. Sanayi toplumunda ise beyindeki beceriyi makinaya aktarırsam çalışana daha az para öderim mantığıyla elin çalıştığı ama beynin çalışmadığı bir döneme girmiş olduk. Kendi içerisinde evrim geçirmekle birlikte bugünkü okulculuğun hala daha sanayi toplumundaki gibi sadece önüne konulan işi yapan, öğretmenin sözünü dinleyen öğrenci beklentisinde olduğunu ancak bu modelin artık çalışmadığını artık devrimsel dönüşümlere ihtiyacımız olduğunu belirtti.
Tam da burada Sertel Altun’un yaptığı ve öğretmenlerin öğrencilerden beklentileri ile öğrencilerin öğretmenlerden beklentileri arasındaki farklılığı gözler önüne seren çarpıcı araştırmanın sonuçlarına değinmekte fayda var:
Öğrenciler öğretmenlerden ne bekler? | Öğretmenler öğrencilerden ne bekler? | ||
1 | Beni anlasın. | Sorumluluk bilinci gelişmiş | 1 |
2 | Sevgi dolu olsun. | İyi insan | 2 |
3 | Güler yüzlü olsun. | Saygılı | 3 |
4 | Kapsama alanında olayım. | Disiplinli | 4 |
5 | Esprili olsun. | Sorgulayan | 5 |
6 | Tehdit etmesin. | Meraklı | 6 |
7 | Adil olsun. | Araştırmacı | 7 |
8 | Dersi derste bitirsin. | Yaratıcı | 8 |
9 | Sınıfına hakim olsun. | Sosyal | 9 |
10 | Öğretimde farklı yollar denesin. | Empati kurabilen | 10 |
Bu tabloda benim en çok dikkatimi çeken nokta, öğrencilerin öğretmenlerden beklentilerinin daha net, somut ve davranış temelliyken öğretmenlerin çizdiği örnek “öğrenci profili”nin gerçekte bize hiçbir şey söylemiyor olması. Öğrencinin birinci sıraya koyduğu beklentiyi, biz onuncu sıraya koymaya devam edersek Selçuk Özdemir’in: “Öğretmene olan saygı bitti, bundan sonra olamaz da…” sözünün anlamını daha iyi anlarız.
Peki “Öğrenmeyi” nasıl gerçekleştireceğiz? “Kontrolü tekrar öğrencilere vererek.”
Uçak yere iner inmez hepimizin ayağa kalkması ile zil çalınca sınıftan çıkan öğrenciler arasındaki anolojiden yola çıkarak kontrolünü kaybettiğini düşünen bir insanın eylemsizliğe geçtiğini ve zihnini kapattığını söyleyen Özdemir, öğrenmenin kök hücresi olarak adlandırdığı öğrenme doğrusunu aşağıdaki gibi çizdi:
Kontol duygusu – Eylem – Yapma – Öğrenme
Soloborative Learning (Düşbirlikli Öğrenme) kavramını dünya literatürüne kazandıran Selçuk Özdemir, hayal kurmanın suç olduğu ortamları yok etmemiz gerektiğine vurgu yaparak tüm icatların temelinde önce birinin solo olarak düşündüğünü, hayal kurduğunu daha sonra bunun colobrative (işbirlikli) olarak üretildiğini söylüyor.
3 yanlışın bir doğruyu götürmediği, 50 yanlışın bir doğruyu getirdiği öğrenme ortamlarına ihtiyacımız var diyen Özdemir, challenge kelimesinin karşılığı olarak “dertlenme” kelimesini kullanmayı tercih ediyor. Özdemir, çocukların yeni bir şey üretebilmeleri için öncelikli olarak bir şeyi kendilerine dert edinmeleri gerektiğinin önemle altını çizerken bunu da çocukların derinleşmesine ve onların uzun sürekli odaklanmalarına izin verecek ortamları kendilerine sunarak başarabileceğimizi söyledi. Bunu sunabilecek olan kişiler de hiç şüphesiz sürekli öğrenerek dönüşmeye devam eden öğretmenler olacak.
Ziya Selçuk, açılış konuşmasında 3-5 yaş arasındaki çocukların medya kullanımı alışkanlıklarının incelendiği bir araştırmadadan bahsederek fazla medya kullanımının beyindeki beyaz madde bütünlüğüne zarar verdiğinin ortaya çıktığını söyledi. Burada araştırmanın sonucu kadar dikkate değer olan şey, araştırmayı beş farklı disiplinden bilim insanının yapmış olması. “Transdisipliner yaklaşım” olarak adlandırılan bu yaklaşımın, 1926 İlkokul Programımızda yer alan ifadesini de Soner Yıldırım paylaştı bizlerle:
“Eski programlara göre tedris yapılırken çocuklara bir günün beş saatinde muhtelif derslerde birbiriyle hiç bağ ve ilişkisi olmayan çeşitli bilgiler ve konular veriliyordu. Mesela muallimin, Tarih dersinde çocukları son derece ilgilendiren bir konuyu açıklarken zilin çaması ile o dersi bırakıp bir sonraki derste hendese ve kavaid dersi vermesi çok yanlıştır. Talebenin gelecek tarih dersine kadar hararet ve heyecanı azalır, kaybolur. Oysa toplu tedris yönteminde bir konu işlenirken o alanda tarihi, coğrafi bilgiler verilecek, matematik problemleri çözdürülecek, Türkçe dersi verilecektir. Ancak öğrenciler pasif bir halde kalarak böyle bir ders dinlerse, bu toplu tedris değil, bu toplu takrir ve yapıştırma tedris olur. Toplu tedriste derslerde ayrı ayrı konular işlenmeyecek, bir konu çeşitli yönleriyle işlenecek hem de öğrenciler, gözlem ve deneye yöneltileceklerdir.”
Soner Yıldırım “Biz entellektüel olmak için evrilmedik. Hayatta kalmak için evrildik.” diyerek şimdiki çocuklarda hayatta kalma güdüsünü yok ettiğimizi söyledi. Fizyolojik olarak bu güdü sağlanmazsa öğrenmenin olmadığını belirten Yıldırım, Amerika’da yakın zamanlı bir araştırmanın sonuçlarını da bizlerle paylaştı. Bu araştırmaya göre 1981 – 1996 yılları arasında doğan milenyum kuşağı, gelir ve statü konusunda ailelerinin gelir seviyesini aşamayan ilk kuşak olarak tarihe geçti. Yine bu konuyla ilgili olarak Şafak Nakajima’nın “Prens ve Prensesler Zor Durumda” makalesini okumamızı öneren Soner Yıldırım, çocuklarımızı kendi kendilerini regüle edebilmeleri için gereken becerilerle donatmamız gerektiğini vurgulayarak eğitimde fiziksel, sosyal, bilişsel ve ruhsal alana eşit derecede önem vermenin önemi üzerinde durdu.
Soner Yıldırım’ın paylaştığı bir diğer önemli araştırma, uyku ve not ortalaması arasındaki ilişkiyle ilgili. Colombiya College’da 3500 öğrenciyle yapılan araştırmada 4 yıl boyunca öğrencilerin uyku süreleri ve not ortalamaları takip ediliyor ve aşağıdaki gibi bir grafik ortaya çıkıyor:
Hafıza proteininin oluşması için iki koşul var:
- Tekrar
- Uyku
Dolayısıyla yeterli uyku olmazsa hafıza da oluşmuyor. Zekanın işlem hızını ifade ettiğini söyleyen Yıldırım, zekası yüksek olan çocuğun 2 tekrarda öğrendiğini, kimisinin ise 10 tekrarda öğrendiğini ama tekrar yapmayanın öğrenemeyeceğini belirtti. Gruplamanın, ilişkilendirmenin ve tekrarlamanın kalıcı öğrenmenin en önemli unsurları olduğunu, hafıza proteininin bunlar sayesinde oluştuğunu vurguladı. Bu nedenle öğretmenlerin de bir konuyu anlatırken ilişkilendirerek anlatmalarının önemine değindi.
3 günün sonunda benim çıkardığım sonuçlar:
- İnsanın fabrika ayarlarını unutma! Sadeleş!
- Bilimin yaratacağı katma değerin farkında ol!
- Bilişsel alan kadar sosyal, duygusal, fiziksel ve ruhsal alanlara da yatırım yap!
- Öğrencileri teknolojiyle buluştururken araçlarda değil, amaçlarda zengin ol!
- Öğrenmenin doğasını ve hayatta kalma güdüsünü koru!
- Öğrencilere “anlam” ve “heyecan” ver.
- Öğrencilerin hatalardan ders alabilecekleri, derinleşebilecekleri ortamlar yarat!
- En kadim öğretmen olan doğaya daha yakından bak!
- Hem meslektaş hem de öğrenciler arasındaki işbirliğini artır!
- Farklı disiplinlerden insanlarla birlikte üret!
- Öğretimi farklılaştır!
- Kaosu yönetebilecek sağlam temellere sahip ol, bunun için dayanıklılığını artır.
Aysun Yağcı